28 Ara 2011

Erken yaşta başlayan menstruasyon, yüksek diyabet riskini de beraberinde getiriyor.

Bir bayanın menstrüasyon yaşı ne kadar erken ise ileriki yaşamında Diabet 2'ye (şeker hastalığına) yakalanma riski o kadar fazla oluyor. Bu risk faktörü, şişmanlık ve diğer risk faktörlerinden bağımsız bir faktör.
Şeker hastalığı bir metabolizma hastalığı olup dünyada en yaygın hastalıkların başında gelmektedir. Yeryüzünde 194 milyon diyabet hastası bulunmakta ve bu sayı yetişkin nüfusun %5,1´ni oluşturmaktadır. Normalde kız çocuklarında ilk menstruasyon on üç yaşı civarında başlıyor, fakat bu yaş, bazen dokuz, bazende onaltı yaşına kadar değişebiliyor.
Erken yaşta menstruasyon risk oluşturuyor.

Helmholtz Zentrum / Düsseldorf –München –Londra“ ortaklaşa yapmış olduğu „KORA-F4-Studie“ adlı bir projede, yaşları 18 ile 81 arası değişen tesadüfen seçilmiş 1.503 kadının sağlık durumu incelenmiş ve 140 bayanda diyabet, 226 bayanda ise diyabet öncesi semptomlar bulunmuştur.
Yapılan araştırmada diyabet ve diyabet semptomları bulunan bayanların ortak özelliğinin, ilk menarasyon yaşlarının sağlıklı bayanlara göre çok daha erken yaşta baslamış olması.
Araştırmadan çıkan sonuçlar, erken menstrasyon yaşınının da tıpkı şişmanlık gibi risk faktörlerü arasında yer alacağını gösteriyor.
Çevre ve Genlerin etkisi
İlk menstruasyonun başlama zamanı ile diyabet arasındaki mekanizma henüz tam olarak bilinmiyor. Bu konuda teorik olarak genlerin rol oynadığı söylenebilir. Bir ihtimal sorumlu bir gen menstruasyon başlama yaşını erkene alıyor. Ve erken yaşta başlayan bu metabolik değişiklik, diyabet riskini beraberinde getiriyor.
Başka bir ihtimal ise, çevre, sosyal çevre ve ekonomik koşullar ilk menstrasyon yaşını belirleyerek diyabet riskinin oluşmasına sebep oluyor.
Sonuc: Erken menstruasyon nedeni ile diyabet riski altında bulunan kadınların, alınacak önlemlerle ileriki yaşlarda diyabet hastalığına yakalanmadan sağlıklı bir şekilde hayatlarını devam ettirebilecekler.
ilk yayınlanma tarihi :2. November 2009 17:05
Mehmet Saltürk

+++++++++++++++++++++++
Dipl. Biologe Mehmet Saltürk
Institute for Genetics
University of Cologne
++++++++++++++++++++++++
Kaynak 

Age at menarche is associated with prediabetes and diabetes in women (aged 32–81 years) from the general population: the KORA F4 Study

Diabetologia DOI 10.1007/s00125-011-2410-3 Received: 16 July 2011 / Accepted: 21 November 2011 # Springer-Verlag 2011



 

17 Ara 2011

Tüm kanser vakalarının % 40 ı önlenebilir.

Çağın Hastalığı Kanser

Toplumda, kanserin birçok türünün genetik mirastan kaynaklandığına dair yaygın bir inanış hakimdir. Bu yanlış inanış, birçok kişinin kaderciliğe yönelmesine ve kansere karşı önlem almamasına sebep olmaktadır.

Dünya sağlık örgütünün(WHO) raporunda, ölen her sekiz kişiden birinin ölüm nedeninin
kanser olduğu belirtilmiştir. Buna göre Dünya üzerinde kanserden hayatını kaybedenlerin sayısı, ADIS, tüberkuloz ve sıtmadan hayatını kaybedenlerin toplamından bile fazladır. Sadece 2011 yılı içerisinde kanserden hayatını kaybedenlerin sayısı 7.6 milyon kişiyi geçmiştir. Yapılan hesaplamalara göre, bu rakamın 2030 yılında 17 milyon kişiye ulaşacağı tahmin ediliyor. (1)

Union for International Cancer Control`un raporu ise kanser vakalarının % 21 i enfeksiyonlardan kaynaklandığını gösteriyor.

Örneğin, rahim ağzı kanserine sebep olan human papillomavirus(HPV) enfeksiyonu, veya mide ve karaciğer kanserine sebeb olan hepatit enfeksiyonu gibi…
Bu konuda geliştirilmiş olan aşılar  üçüncü Dünya ülkelerine zamanında ve yeterince ulaştırılabilmiş olsa, birçok insanın hayatı kurtarılmış olacak.Yapılan arastırmalar, rahim ağzı kanserinden ölenlerin % 80`nin üçüncü Dünya ülkelerinde olduğunu gösteriyor. (2)

Tüm kanser türlerinin % 40′ı  önlenebilir vakalar.

Kanesere sebep olan birçok risk faktörü bulunmakta ve bu faktörler uzun zamandan beri bilinmekteydi. Şimdi, daha önce bilinenler ile son yapılan çalışmalar toplu bir sekilde detaylı olarak “British Journal of Cancer Research” dergisinin 6 aralık 2011 tarihli sayısında yayınlandı. (3)

Yapılan bu son çalışma, tüm kanser vakalarının en az %40 nın, yaşam tarzındaki yanlışlıklardan vazgeçerek önlenebileceğini gösteriyor.
Yaşam tarzımızdaki bu yanlışlıklar nelerdir : Öncelikle sigara, kötü beslenme ve hareketsizlik ve yetersiz medikal önlemler.

En önemli risk faktörü sigara.

Tümör oluşumuna sebep olan faktörler kadın ve erkekde farlılık göstermesine rağmen sigara, bu konuda istisna teşkil etmektedir. Yapılan araştırmalar sigaranın, hem kadında, hemde erkekte aşağı yukarı eşit oranda risk oluşturduğunu göstermektedir. Buna göre erkelerde görülen tüm kanser türlerinin %23`ü ile kadınlarda görülen tüm kanser türlerinin %15,6 sı sigaradan kaynaklanmaktadır. Sigarada bulunan doksanın üzerindeki kansorojen madde sadece akciğerlerde değil, diğer organlardada tümör oluşumuna sebep olabilecek risk faktörleri içermektedir.

Sigara dışındaki risk faktörleri

Kanserde rol oynayan risk faktörleri sadece sigara ile sınırlı kalmıyor. Sigaranın dışında tümör oluşumuna sebeb olan daha birçok risk faktörü daha bulunmaktadır.

Örneğin;
  • Yeterli miktarda sebze ve meyve tüketilmemesinden kaynaklanan kanser vakaları.(erkeklerde % 6,1, kadınlarda % 6,9 )
  • Fazla miktarda et ve tuz tüketimi. (tüm kanser vakalarının % 9 u)
  • Fazla kilo ve obeziteden kaynaklanan kanser vakaları. (erkeklerde %4,1, kadınlarda % 3,4 )
  • İş yerinde maruz kalınan kansorejen maddelerden kaynaklanan kanser vakaları. (erkeklerde %4,9, kadınlarda % 3,7)
  • Hareketsiz bir yasam ve radyoasyona maruz kalmakdan kaynaklanan kanser vakaları.
  • Enfeksiyonlardan kaynaklanan kanser vakaları. (% 21)
Başlıklar halinde bu çalışmadan çıkarılan sonuçlar:
  • Erkekde, vitamin ve minaral eksikliği ile sebze ve meyve tüketiminin azlığı, tümör oluşumundan önemli yer tutmaktadır. (Yapılan bu araştırmadan ortaya çıkan önemli bir sonuçta, vitamin ve mineral eksikliğiden kaynaklanan yemek borusu kanseri riskinin, alkolün oluşturduğu riskden daha büyük olduğudur.
  • Fazla tuz tüketimi, mide kanseri vakalarında önemli  faktör.
  • Kadınlarda fazla kiloların oluşturduğu kanser riski, alkolün oluşturacağı riskten daha fazla. Fazla kiloların kadınlarda bağırsak, rahim, yemek borusu, böbrek kanserlerinin tetikleyicisi olduğu biliniyordu. Bu araştırmayla her on kişiden birinde, şişmanlıktan kaynanlanan meme kanseri vakası görüldügü tespit edildi.
  • Sigara sadece akciğer kanserine değil, aynı zamanda gırtlak, yutak, mide, yemek borusu ve mesane kanserlerine sebeb olmaktadır.
  • Her 25 kanser vakasından biri, sağlıksız iş koşullarından ve elverişsiz ortamlarda çalışmak zorunda kalan kişilerde görülmektedir.
  • Birçok rahim ağzı kanseri vakası, HPV-aşısı ile (Humanen Papillomaviren (HPV) önlenebilir. (4) (5)
Daha detaylı bilgilerin elde edilmesi için çalışmalara devam ediliyor. Örneğin sigaradan kaynaklanan akciğer kanserinin hangi tür tiryakileri ne oranda tehdit ettiği, kaç yıl sigara içildikden sonra tehlikenin belirmeye başladığı veya bunların yaşa göre sınıflandırılması gibi ince ayrıntılar, yapılacak yeni araştırmalarla ortaya çıkacak.

Kansere karşı alınacak basit ama etkili önlemler

Dünyada1,5 milyar insanın obezite problemi bulunmakta ve her yıl 5 milyon kişi alkol, sigara
ve bilinçsiz beslenmeden kayananlanan kanserden hayatını kaybetmektedir.

Bireysel önlemler:

Her insanın kansere karşı kişisel mücalede yapabileceği çok önemli aynı zamanda etkili  üç altın kural bulunmaktadır.
  1. Sigara ve alkolizmden uzak durmak.
  2. Spor yapmak.
  3. Sağlıklı beslenmek ve 40 yaşından sonra yılda en az bir kez sağlık kontrolünden geçmek.
Devletin alacağı önlemler:

Devlet, ebeveynleri ve çocukları sağlıklı beslenme ve sağlıklı yaşam konusunda eğitecek kapsamlı projeler üretmeli. Tütün, alkol, ve sağlıksız beslenmenin tehlikeleri basın ve yayın organları yoluyla sürekli anlatılmalı.  Devlet,  mahallelere her yaşa hitap edebilen spor tesisleri kurularak, insanları spora özendirilmeli.


Mehmet Saltürk

++++++++++++++++++++++++
Dipl. Biologe Mehmet Saltürk
Institute for Genetics
University of Cologne
++++++++++++++++++++++++
Kaynak:


Diğer kaynaklar.
 
(1) http://www.who.int/mediacentre/factsheets/fs297/en/
(2) http://www.uicc.org/declaration
(3) http://info.cancerresearchuk.org/groups/cr_common/@nre/@new/@pre/documents/generalcontent/cr_080626.pdf
(4) http://www.nejm.org/doi/full/10.1056/NEJMe0804638
(5) http://www.rki.de/cln_091/nn_494662/DE/Content/Infekt/EpidBull/Archiv/2007/12__07,templateId=raw,property=publicationFile.pdf/12_07.pdf

8 Ara 2011

Son Sigarayı Söndürdükten Sonra Vücutta Neler Oluyor.


20 dakika sonra : Kan dolaşımı daha iyi hale geliyor, vücut sıcaklığı ve tansiyon normale dönüyor.(1)

12 saat sonra : Kandaki karbonmonoksit seviyesi normale geriliyor. (2)

48 saat sonra : Tat ve koku reseptörleri kendilerini yenileyerek daha iyi tat ve koku alınmasını sağlıyor.

2 – 3 hafta sonra : Kan dolaşımı istikrarlı hale geliyor, akciğer fonksiyonlarında %30 civarında artış sağlanıyor.(3)

1 – 9 ay sonra : Öksürük, nefes darlığı ve yorgunluk hissi azalıyor. Akciğerlerde bulunan siller görevini normal şekilde yapmaya başlıyor (Siller solunum yollarına gelen zararlı maddeleri boğaza taşıyarak atılmasını sağlar). Akciğer kendisini temizliyor, enfeksiyon riski azalıyor.(4)

1 yıl sonra : Koroner kalp hastalıkları riski, sigara içenlere göre % 50  düşüyor.

2,5 yıl sonra Ani beyin kanaması ihtimali, hiç sigara içmemiş olanların seviyesine geriliyor. (6)

5 yıl sonra : Ağız, boğaz, rahim ağzı, yemek borusu ve mesane kanserine yakalanma olasılığı %50 azalıyor.(6)

10 yıl sonra : Akciğer kanserine bağlı ölüm olasılığı, sigara içen kişilere göre %50 azalıyor.(7)

15 yıl sonra : Sigaradan dolayı oluşan; koroner kalp hastalıklarına yakalanma ve kalp krizi riski ortadan kalkıyor.(8)

Mehmet Saltürk

++++++++++++++++++++++++
Dipl. Biologe Mehmet Saltürk
Institute for Genetics
University of Cologne
++++++++++++++++++++++++

Alıntı:


Orijinal  Kaynaklar :
(2) http://www.healtheducation.uci.edu/tobacco/benefits.aspx (US Surgeon General’s Report, 1990, pp.193, 194,196, 285, 323)
(4) http://profiles.nlm.nih.gov/ps/retrieve/ResourceMetadata/NNBBCT (US Surgeon General’s Report, 1990, pp. 285-287, 304)
(5) http://profiles.nlm.nih.gov/ps/retrieve/ResourceMetadata/NNBBCT   (US Surgeon General’s Report, 2010, p. 359)
(6) A Report of the Surgeon General: How Tobacco Smoke Causes Disease – The Biology and Behavioral Basis for Smoking-Attributable Disease Fact Sheet, 2010; and Tobacco Control: Reversal of Risk After Quitting Smoking. IARC Handbooks of Cancer Prevention, Vol. 11. 2007, p 341)
(7) A Report of the Surgeon General: How Tobacco Smoke Causes Disease – The Biology and Behavioral Basis for Smoking-Attributable Disease Fact Sheet, 2010; and US Surgeon General’s Report, 1990, pp. vi, 155, 165)
(8) (Tobacco Control: Reversal of Risk After Quitting Smoking. IARC Handbooks of  Cancer Prevention, Vol. 11. 2007. p 11)

1 Ara 2011

Aspirinin Bağırsak Kanserine Karşı Koruyucu Etkisi


Dünyada her yıl 600.000 den fazla insan bağırsak kanserinden hayatını kaybediyor. Bu konuda etkili bir ilaç bulabilmek için yıllardır yoğun olarak çalışılıyor. Şimdiye kadar bağırsak kanserine karşı yapılan çalışmaların bir kısmı da aspirin in etkin maddesi Asetilsalisilik asit (ASS) üzerinde yoğunlaştı. Yıllardır bu konuda yapılan birçok çalışma ile aspirinin bağırsak kanserini engellemede bir hayli etkili olduğu biliniyordu.
Uzun süreli ve düzenli aspirin kullananların bağırsak kanserine yakalanma riskinin daha az olduğu, “The Lancet“ dergisinin 28. ekim 2011 tarihli sayısında yayınlanan makale ile bir kez daha teyid edildi.
Bağırsak kanserinin ön aşaması olan Lynch-Sendromunun* tümöre dönüşmesinin, asetilsalisilik asit (ASS) tarafından büyük ölçüde önlendiği, yapılan bu çalışmayla ortaya konmuş oldu.
Lynch-Sendromu*: Genetik bir rahatsızlık olup kadın ve erkekte eşit oranda görülür. Lynch-Sendromu bulunan kişilerin % 80 inde tümör oluşurken, sadece %20 si sağlıklı kalabiliyor. Sağlıklı kişilerin genlerinde bir hata olduğunda bu hata tamir mekanizması devreye girerek düzeltilebilirken, Lynch-Sendromu kişilerde bu hata DNA tamir mekanizması bozuk olduğu için düzeltilemez, bu yüzden doğru kodlanması gereken protein de hatalı kodlanır.
Lynch-Sendromuna sebep olan bilinen 6 gen bulunmaktadır. Bunlar; hMSH2, hMLH, hPMS, hPMS2, hMSH6 ve hMLH3 genleridir. Bu genlerde meydana gelen bir hata “DNA mismatch repair proteins“ ismindeki proteinin kodlanamamasına sebep olur. Bu protein olmadan genlerde oluşan hatalar düzeltilemez.
Uygulama
Önce 16 ülkede gen analizi yapılarak 937 Lynch-Sendromlu hasta tespit ediliyor. Daha sonra bu hastaların yarısına hergün düzenli olarak asetilsalisilik asit(ASS) verilerek, diğer yarısına ise asetilsalisilik asit (ASS) verilmeden (kontnrol grubu) tedaviye geçiliyor.
1999 -2005  yılları arasında  yapılan bu araştırmada tesadüfi seçilmiş deneklerin ilk yarısına günlük 600 mg asetilsalisilik asit (ASS), ikinci yarısına ise plasebo ilaç veriliyor(sadece görünümü aspirin, içerisinde etkin madde yok).
29 ay sonra yapılan ilk incelemesinde, iki grubun bağırsaklarında bulunan Adenom ve Karsinom*´ların durumunda ne nicelik, ne de nitelik olarak bir iyileşmeye görülmüyor. (1)  
Adenom* : Mukuzo ve bezelerde oluşan iyi huylu şişlikler-  Karsinom* : Epitelde, yani yüzeyde oluşan kötü huylu tümörlerdir ve %80 i daha sonra kansere dönüşmekte.
55.7 ay sonra yapılan ikinci incelemede ASS kullanan hastalarda, kullanmayan hastalara göre % 60 ın üzerinde daha fazla bir iyileşme görüldü.
ASS grubu içerisinde bulunan 53 kalın bağırsak kanserli hastanın (Colorectal cancer) 34 ü iyileşirken, plasebo grubu içerisinde bulunan aynı sayıdaki kalın bağırsak kanserli hastanın sadece 19 unda iyileşme görüldü.
Bu araştırmada özellikle dikkat çeken başka bir konu ise ASS kullanıp tedaviyi iki yıl sonra kesen hastaların durumunda görüldü. Bu gruptaki hastaların durumu tedaviye devam eden hastalara göre %59  oranında kötüleşti. Plasebo ilaca devam edenler ile iki yıl sonra bu ilacı kesenlerin sağlık durumunda ise kayda değer bir fark görülmedi.(2)
Bu araştırmanın devamı niteliğindeki başka araştırma ise Cancer Prevention Project 3 (CAPP 3) adı verilen bir projedir.
Gelecek 30 yıl içerisinde 30.000 Lynch-Sendromlu hastanın yaklaşık 10.000'nın bağırsak kanserine yakalanacağı tahmin ediliyor. CAPP 3 projesi ile bu hastaların en az 1000'nin hayatının kurtarılması planlanıyor.
Bu çerçevede, ingiltere'de mutasyonlu gen taşıyan 3000 Lynch-Sendromlu hastaya 5 yıl boyunca çeşitli dozlarda (100 mg, 300 mg ve 600 mg) ASS verilerek bağırsak kanseri için optimal doz tesbit edilecek.(3)
Aspirin vücutta nasıl çalışıyor ?
Aspirin, hiç kuşkusuz yirminci yüzyıla damgasını vuran bir ilaç. İlk defa 1899 yılında bulunan bu ilaç, 100 yıldan beri ilaç endüstrisinde önemli bir yer tutmaktadır. Dünyada yılda ortalama 100 milyar tablet aspirin tüketilmektedir (Ortalama kişi başına yılda 20 tablet düşüyor). Asetilsalisilik asitin vücutta nasıl çalıştığı uzun yıllar bilinmiyordu. Prof. John Vane ilk olara 1971 yılına bu mekanizmayı keşfederek 1982 yılında Nobel tıp ödülünü aldı.
Asetilsalisilik asit(ASS), prostaglandin sentezini* bloke ederek iltihaplanmaya sebeb olan prostaglandin üretimini engeller. Prostaglandin üretimi,vücutta iltihaplanmaya birlikte vücut ısısının yükselmesine sebep olur. İşte bu esnada alınan asetilsalisilik asit (ASS), Cyclooxygenase enziminin çalışmasını bloke ederek, iltihaplanmayı, dolayısı ile vucut ısısını düşürür.
Prostaglandin sentezi*: Doymamış bir yağ asidi olan arachidonic asit´in Cyclooxygenase enzimi yardımı ile prostaglandin üretilmesidir. Üretilen prostaglandin iltihaplanmayı durdurarak, vücuttaki yüksek ateşi düşürür.
Asetilsalisilik asitin (ASS) zararları?
Midenin kendi ürettiği mide asidinin, mideye zarar vermemesi için prostaglandin e ihtiyaç vardır. Prostaglandin'in midedeki bu çok önemli fonksiyonu alınan asetilsalisilik asit (ASS) ile engellenmiş oluyor.
Bu yüzden uzun süreli asetilsalisilik asit(ASS) kullanımlarında çok önemli mide kanaması vakaları görülebilmektedir. Bunun dışında, Asetilsalisilik asit(ASS) kanı incelttiği için yaralanmalarda ve özellikle gözle görülmeyen iç yaralanmalarda büyük sorunlar çıkarabilmektedir. Eğer bu yaralanmalar beyindeki kılcal damarlarda olursa çok daha tehlikeli yaşamsal sorunlarda orataya çıkabilmektedir.
Bütün bunların yanı sıra asetilsalisilik asitin(ASS) deri'de tahrişlere, kulak'ta çınlamalara, böbrek fonksiyonlarında azalmalara, mide'de ağrılara, karaciğer fonksiyonlarında bozukluklara yol açabilmektedir.
Uyarı: Asetilsalisilik asiti (ASS) her gün düzenli olarak koruyucu amaçla alan kisilerin, bunun yararlarının yanı sıra çok önemli sağlık sorunlarında beraberinde getirebileceğini göz önünde bulundurması gerekmektedir.

Mehmet Saltürk

++++++++++++++++++++++++
Dipl. Biologe Mehmet Saltürk
Institute for Genetics
University of Cologne
++++++++++++++++++++++++

Kaynaklar:
The Lancet, Early Online Publication, 28 October 2011 doi:10.1016/S0140-6736(11)61216-6


(1)http://www.nejm.org/doi/full/10.1056/NEJMoa0801297
(2)http://www.thelancet.com/journals/lancet/article/PIIS0140-6736%2811%2961216-6/fulltext
(3) http://www.coloncancerpreventionproject.org/
http://www.thelancet.com/journals/lancet/article/PIIS0140-6736%2810%2961543-7/abstract
http://jnci.oxfordjournals.org/content/101/4/256.short

Like this:

23 Kas 2011

Yüksek Tansiyona Sebep Olan Hasarlı Bir Gen Bulundu.


Yüksek tansiyonun sebeplerinden biride kandaki tuz konsantrasyonunun fazla olması. Şimdiye kadar fazla tuzun vücutta neden biriktiği ve niçin atılamadığı pek bilinmiyordu.
Almanya/Max-Planck-Enstitüsünde yapılan bir çalışma, SLC4A5* adındaki bir genin vücuttaki tuz konsantrasyonunu ayarlama da önemli rol aldığını ortaya çıkardı.
SLC4A5 Geni*: 2. kromozom üzerinde 16 değişik formda bulunan, 500 ile 6500 bp arası uzunluğa sahip olan ve vücudun tuz ekonomisini ayarlayan  önemli bir gendir.
Bu araştırma ile SLC4A5 geninin sentezlemiş olduğu bir proteinin tuz iyonlarının kanda birikmesine engel olduğu ortaya çıkarıldı.
Bu genin bozuk olduğu durumlarda(mutant gen)* kandaki tuz atılamaz. Kandan atılamayan tuz böbreklerde birikirek yüksek tansiyona sebeb olan karmaşık mekanizmanın başlamasına sebeb olur.
*Genin bozulmasına sebeb olan bir harflik noktasal bir mutasyondur (Single Nucleotide Polymorphisms, SNP).
Laboratuvarda, SLC4A5 geninin faaliyeti durdurulan farelerde (knockout mice) kandaki tuz konsantrasyonu artarak tansiyonun yükseldiği görülmüştür. Yapılan birçok tıbbi müdahaleye rağmen farelerde tuz konsantrasyonu ve yüksek tansiyon düşünülmemiştir.

Sonuç: SLC4A5 geninin oynadığı bu önemli rolün keşfedilmesi ile hedefe yönelik verimli tedaviler dönemi başlayacak.
Mehmet Saltürk
++++++++++++++++++++++++
Dipl. Biologe Mehmet Saltürk
Institute for Genetics
University of Cologne
++++++++++++++++++++++++


Kaynak:

Targeted mutation of SLC4A5 induces arterial hypertension and renal metabolic acidosis

Hum. Mol. Genet. (2011) doi: 10.1093/hmg/ddr533 First published online: No

3 Kas 2011

Multiple skleroz‘un ortaya çıkmasında bağırsaklardaki mikroorganizmalar önemli rol oynuyor.



Multiple Sklerozu Nedir ?
Multiple skleroz, kısa adıyla MS, merkezi sinir sisteminde görülen otoimmun bir hastalıktır(öz bağışıklık sistemi hastalığıdır). Bütün otoimmun hastalıklarda, vücut kendi savunma sisteminin üretimiş olduğu antikorlar* tarafından saldırıya uğrar. Sağlıklı insanlarda bu antikorların koruyucu bir  görevi olmasına rağmen, otoimmun hastalarda vücut kendi doku ve organlarını yabancı cisim gibi algılayarak tahrip eder.
Romatoid artrit(Eklemlerin iltihaplanması), Aplastik Anemi( Kemik iliğinin hücre üretememesi), Alerji,  Multipl skleroz gibi hastalıklar,  otoimmun  hastalıklara örnek gösterilebilir.
Bir sinir hücresinin yapısı:
Bir sinir hücresi akson ve dendrit den meydana gelmektedir. Aksonlar üzerinde miyelin adı verilen ve yağ bakımından zengin, bir kılıf(örtü) bulunmaktadır. Bu kılıfın görevi, sinir hücrelerinden geçen elektriksel akımları isole etmektedir.
Multiple skleroz hastalarında, vücudun kendi ürettiği antikorlar, miyelin kılıfı tahrip ederek, sinirler üzerinden beyne iletilen bilgi akışını engeller.
Şu ana kadar kabul gören teoriye göre, multiple skleroz, genetik yatkınlık ile çevresel faktörlerin birlikte oluşturduğu bir rahatsızlıktı. Bu teoriyi güçlendiren ise beyindeki sinir hücreleri üzerinde bulunan miyelin kılıfa bağlanmış olan bir proteinin bağışıklık sistemini aktif hale getirmesi ve bu aktivasyon işlemini yapan genlerin bulunmuş olmasıydı (Bu genler MHC-Kompleks grubuna dahil genlerdir.) Son yapılan araştırma ile bu konuda bir adım daha ileriye gidildi.
***Multiple skleroz´un ortaya çıkmasında bağırsaklardaki mikroorganizmalar (bağırsak florası) önemli rol oynuyor.***
Metot :
İnsan bağırsağında sindirim ve bağışıklık sistem için gerekli olan 100 milyar civarında 2000 değişik mikroorganizma bulunmaktadır. Bu mikroorganizmalardan bir coğu farelerdede bulunuyor.


  • Bu deney için bir grup farenin bağırsaklarındaki mikroorganizmalar temizleniyor.
  • Bağırsaklarında mikroorganizma olan ve olmayan farelerin beyninde insanda görülen multiple skleroze çok benzeyen inflamatuar reaksiyonlar(iltihaplı reaksiyonlar) başlatılıyor.
Bağırsaklarında mikroorganizma bulunan farelerde multiple skleroz başlarken, bağırsaklarında mikroorganizma bulunmayan farelerin durumunda hiçbir değişiklik olmuyor yani fareler sağlıklı olarak yaşamaya devam ediyorlar.
Deneyin ikinci asamaşı
Hastalanmayan farelere bağırsak florasında bulunan doğal mikroorganizmalar enjekte ediliyor ve kısa bir süre sonra bu farelerin hastalandığı ve multiple skleroz atakları başladığı görülüyor.
Daha sonra yapılan laboratuvar analizlerinde, bağırsaklarında mikroorganizma olmayan farelerin az sayıda T-Hücresine sahip olduğu, buna bağlı olarak da dalak iltihaplanmaya sebeb olan sitokin‘i çok az ürettiği, B-hücrelerinin ise miyeline karşı antikor oluşturmadığı bulundu.
Bu farelere mikroorganizma enjekte edildikten sonra T- und B-hücreleri* ile sitokin‘in arttığı buna bağlı olarak antikor oluşduğu görüldü.
Mikroorganizma verildikten sonra bağışıklık sistemi iki aşamalı bir evreye giriyor:

  1.  Bağırsaktaki lenf damarlarında T-hücreleri aktif olarak çoğalıyor.
  2.  B-Hücrelerinin oluşturduğu antikorlar miyelin kılıf üzerine yerleşiyor.
Bu iki aşmanın sonunda, miyelin kılıf, antikorlar tarafından tahrip ediliyor.
Sonuç: Multiple skleroz'a genetik yatkınlığı olan kimselerin bağırsaklarında bulunan yaklaşık 2000 çeşit mikroorganizmadan biri veya birden fazlası, bağışıklık sisteminin aşırı tepki vermesine sebeb oluyor. Bu bağlamda beslenme alışkanlığının büyük rol oynadığı tahmin edilyor. Çünkü bağırsak florasındaki mikroorganizmaların çeşidi, alınan gıdalarla doğrudan ilintili. Ayrıca multiple skleroz vakalarının Asya ülkelerinde daha yaygın görülmesi beslenme, bağırsak florası ve multiple skleroz arasındaki bağlantıyı güçlendiriyor
Multiple skleroz ın başlamasında hangi bakterinin rol aldığı daha henüz tespit edilmemesine rağmen, bağırsak duvarları ile direkt teması olan „clostridien“ adlı mikroorganızmanın suçlu olabileceği tahmin ediliyor.
Bir ihtimal, clostridien ya da daha henüz keşfedilmemiş olan birden fazla mikroorganizmanın sentezlemiş olduğu bir protein veya proteinler mutasyonlu geni aktive ediyor olabilir.!!!
Başka bir ihtimal ise, mutasyon genin direk T-Hücrelerini aktive ettiği. Bu konuda kesin bir sonuca ulaşabilmek için hem sağlıklı hemde multiple skleroz hastalarının bağırsak florasının genetik karşılaştırılması yapılması gerekiyor.
Antikor (immunoglobulin)*: Vücudun savunma amacı ile ürettiği bir proteindir. Vücuda giren zararlı organik maddeleri yok etmekle görevlidir. IgG, IgM, IgA, IgD, IgE olmak üzere değişik tipleri vardır.
T- ve B-hücreleri: T ve B hücreleri vücudun savunma sisteminde rol alan özelleşmiş hücrelerdir.

Mehmet Saltürk
++++++++++++++++++++++++
Dipl. Biologe Mehmet Saltürk
Institute for Genetics
University of Cologne
++++++++++++++++++++++++
Kaynak: 

Commensal microbiota and myelin autoantigen cooperate to trigger autoimmune demyelination

Nature Year published: (2011) DOI: doi:10.1038/nature10554Received 16 June 2011 Accepted  12 September 2011Published online 26 October 2011


14 Eki 2011

Kadın ne zaman “Evet” der.


Bir erkek, bir kadından hoşlandığında ona duygularını ne zaman açmalı. Kendisini kabul etmesi için en doğru zamanlamayı nasıl yapılmalı? Reddedilmemek için en uygun zaman günün hangi saati olmalı? veya kadının keyfinin yerinde olduğu iyi bir zamanımı beklenmeli?
Aslında hayvanlarda bu sorun basit ve çabuk bir şekilde hallediliyor. Örneğin, şempanzelerde kızarmış bir popo, atlarda kuyruğun havaya kalkması, leoparlarda çimlerde yuvarlanma gibi işaretler, dişinin hazır olduğunu göstermektedir.
İnsanlarda böyle bir işaret varmı? Erkek, kadının ilişkiye hazır olup olmadığını bir bakışta nasıl anlayabilir?
Kadının ses tonundaki değişme.
Daha önce yapılan birçok araştırma ile kadında bir ay boyunca meydana gelen hormonal dalgalanmaların, ses tonunda değişikliklere sebep olduğu, biliniyordu.
Londra Roehampton Üniversitesi ve Tel-Aviv Üniversitesinin ortaklaşa yapmış olduğu bir araştırmada, kadının ses tonunda değişiklikler ile doğru zamanlama arasında bir bağlantının olup olmadığı bulunmaya çalışıldı.
Bu bağlamda, kadının bir ay içerisinde hormonal değişiklerden kaynaklanan ses tonundaki farkların erkek tarafından „sinyal“ olarak algılanıp algılanması araştırıldı.
Ovülasyon* yaklaştıkca ses tonu  yükseliyor.
Bu araştırma için yaşları 18 ile 26 arası değişen 23 kadın seçiliyor. Araştırmaya başlamadan önce, kadınların ses  tellerinde bir problem olup olmadığı doktor tarafından kontrol ediliyor. Ayrıca kadınların ses sanatcısı, moderator gibi sesi ile iş yapan kişiler olmamasına ve sigara içicisi olmamasına dikkat ediliyor.
Ovülasyon*: Adet döneminin 11 - 16. günleri arasında yumurtalıktan yumurtanın atılarak rahime doğru yola çıkması.
Metot;
  1. Deneklerden bir ay boyunca her gün birkaç mililitre idrar örneği alınarak hormon seviyesi ölçülüyor ve aynı gün kendilerinden birkaç dakika boyunca herhangi bir konu üzerinde konuşmaları, özelliklede „A“, „U“ ve „I“ harflerini  vurgulamaları isteniyor. (Deneklere, bu harflerin extra söyletilmesinin nedeni, ses tonundaki değişikliklerinin, bu  harflerde daha belirgin olması.)
  2. Konuşmalar bir ses bandına kaydediliyor

Sonuç : Ovülasyon yaklaştıkca ses tonu yükseliyor fakat, tam ovülasyon günü  yani yumurtanın yumurtalıktan çıktığı gün, 23 kadının 17 sinde, normal konuşmadaki ses tonunda 10 Hertz(Hz)* lik, „A“„U“ ve „I“ harflerini söylerken ki ses tonunda ise ortalama olarak 6 Hertz(Hz)* lik düşüş görülüyor. Birkaç gün sonra tüm kadınların ses tonu tekrar yükseliyor.
Herthz(Hz)* ; Saniye başına düşen devir sayısını ifade eder. 1 Hertz saniyede bir devir.(wp)
    3.  Kadınlardaki bu ses değişiminin, erkekler üzerinde nasıl bir etki yaptığını araştırmak üzere             ses kayıtları 28 erkeğe dinletiliyor ve hangi sesin çekici veya davetkâr olduğu soruluyor.
Ses kayıtları, erkeklere ovülasyon öncesiovülasyon sırası ve ovülasyon sonrası olmak üzere üç kategoride dinletiliyor. (Konuşmanın içeriği denekleri yanlış yönlendirmemesi için ingilizce bilmeyen erkeklerden seçiliyor.)
Sonuç: Erkeklerden birkaçı tam ovülasyon anındaki ses tonunu davetkâr bulurken, 15 erkek ise ovülasyona çok yakın bir süre öncesindeki ses tonunu davetkâr buldu.
Sexüel hormonlardaki günlük dalgalanmalar, ses tonunda değişikliklere sebep olmasına rağmen, erkeklere olumlu veya olumsuz bir sinyal vermekte yetersiz kaldı.
Not: Östrojen ve progesteron hormonu, ses telleri üzerinde bulunan mukoza tabakasına ait reseptörleri etkileyerek sesin değişmesine sebep olmaktadır.
Sexüel hormonlar ay içerisinde sürekli bir değişim içerisindedir. Ostrojen hormonunun en yüksek olduğu anda yumurtalar yumurtalıktan bırakılarak fallop tüplerine gelir. Bu esnada progesteron hormonuda salgılanarak, rahmi döllenmiş yumurtaya hazırlar. Eğer yumurta döllenmezse, mukoza parçalanarak kanar (menstruasyon). Menstruasyon sonrası östrojen ve progesteron hormonu hızla düşer.
Ses tonundaki en büyük değişiklikler, tam menstruasyonun olduğu günlere rastlamaktadır. Bu günlerde ses  pürüzlü  çıkmaktadır.(Ses sanatcılarının, bu üç günlük süre içerisinde sahneye çıkmaması isabetli olur.)
Erkeklere biraz ipucu:
Yapılan başka bir araştırmadan çıkan sonuçlar, erkeklere azda olsa bir umut ışığı veriyor. Buna göre, doğurganlığın en fazla olduğu, yani ovülasyonun başladığı günleri takip eden günlerde, kadının biraz daha fazla alımlı görünmeye ve beğenilmeye gayret gösterdiği söyleniyor.

Mehmet Saltürk
++++++++++++++++++++++++
Dipl. Biologe Mehmet Saltürk
Institute for Genetics
University of Cologne
++++++++++++++++++++++++

Do Women’s Voices Provide Cues of the Likelihood of Ovulation? The Importance of Sampling Regime

PLoS ONE 6(9): e24490. doi:10.1371/journal.pone.0024490 Received: July 4, 2011; Accepted: August 11, 2011; Published: September 21, 2011

Alzheimerın ilk belirtileri gözlerde başlıyor

Demans hastalığı(bunama), Tau ve Beta-Amiloid adında iki proteinin beyinde birikmesi ile ortaya çıkar. Hastalıkla birlikte beyinde hücre öl...