11 Tem 2016

Açlık hissini bastıran kimyasal bir madde geliştirildi

Açlık hakkında kısa bilgi
Açlık ve tokluk toplumda farklı bakış açılarına göre değerlendirilen fiziksel, sosyal, ekonomik, politik, tarihsel, psikolojik, biyolojik bir fenomendir.
Biyolojik olarak açlık, vücudun depolamış olduğu enerjiyi tüketmesi ile ortaya çıkan enerji arzusudur. Başka bir ifade ile beyin tarafından vücuda verilen biyolojik bir uyarıdır. Açlık çoğu zaman midede hissedilmesine rağmen, konsantrasyon eksikliği, baş ağrısı veya mide bulantısı gibi belirtilerle de kendini hissettirir.
Açlık, beyinde ortaya çıkan kompleks biyokimyasal süreçtir
Açlık ve tokluk karmaşık biyokimyasal bir süreç olup bu süreçte halâ aydınlatılamamış birçok nokta bulunmaktadır.
Konuyla ilgilisi olduğu için açlık ve tokluk konusunda bilinenlerden bazılarını kısaca özetlemekte fayda var. 
  • Açlık ve tokluk duygusu mide, bağırsaklar ve karaciğerden beyne giden sinyaller ile oluşuyor.
  • Açlıkla ilgili tüm mesajlar örneğin açlık-tokluk hissi, enerji rezervi ve enerji düzenlemesi beynin hipotalamus bölgesinden yönetiliyor.
  • Gıda alımından hemen sonra karaciğerde glikoz ve glikojen parçalanır, yağ ve protein metabolizması devreye girer, karaciğer, mide ve bağırsaklarda bulunan çeşitli reseptörlere neurotransmitter ulaşarak otonom sinir sistemi üzerinden hipotalamusa „Doydum“ sinyali gönderilir.
  • Ghrelin (indükleyici büyüme hormonu Release), amilin, leptin, peptide YY , glucagon-like peptid 1 ve insülin açlık ve toklukta önemli rol oynayan hormonlardır.
Açlık hissini bastıran kimyasal madde: Propionate
Pizza, patates, kek, hamburger gibi gıdalar lezzetli olmasına karşın kalori bakımından da oldukça zengin gıdalardır. Açlığın şiddeti arttığı ve yeme atağının başladığı zamanlarda sağlıklı yemekler yiyerek açlığımızı gidermek yerine kalorisi zengin, yağlı ve tatlı yiyeceklerle yöneliriz ki, bu da kaçınılmaz olarak kilo sorununu beraberinde getirir.
Şimdi İngiliz araştırmacılar şiddetli açlık anında kontrolsüz yemeyi önleyen yani iştahı frenleyen İnulin-Propionate Ester adında bir kimyasal geliştirdi.
Propionate nedir, vücutta nasıl bir görevi vardır?
Daha önce yapılan araştırmalardan edindiğimiz bilgiler ışığında propionate'ın vücutta nerede ve hangi şartlarda üretildiğini ve vucutta ne gibi görevi olduğunu oldukça ayrıntılı olarak biliyoruz. Daha önce yapılan bu araştırmalardan ortaya çıkan sonuçları kısaca şöyle özetleyebiliriz:
Meyve sebze, tahıl ve baklagiller gibi lifli yiyecekler bağırsaklardaki mikroorganizmalar tarafından fermantasyona uğratılarak kısa zincirli yağ asitlerine dönüştürülürler. Propionate da bu bozunma ürünlerinden biridir. Propionate'nın vücutta artması Peptide YY (PYY) ve Glucagon-like Peptid 1 (GLP-1) hormonlarının üretimini teşvik eder ki, bu da beyne tokluk hissinin gitmesi dolayısıyla iştahın bastırılarak yemenin sonlandırılmasına sebep olur. Bu bakımdan lifli gıdalarla beslenmek bağırsaklarda Propionate miktarının artmasına ve buna bağlı olarakta iştahın bastırılmasına sebep olur. [1] [2]foto 2
Bir iştah bastırıcı olarak Propionat
Propionate'nin iştah bastırıcı özelliği keşfedildikten sonra, propionate konusunda yapılan çalışmalar hız kazandı. Imperial College London dan Claire Byrne liderliğindeki araştırma grubu da bu maddeyi incelemeye alan gruplardan biri.
Claire Byrne ve ekibi bu amaçla kimyada Ester­leşme Tepkimesi olarak adlandırılan yöntemle lifler sınıfından doğal bir polisakkarit olan İnulin'i Propionate'a bağlayarak İnulin-Propionate Esteri elde ettiler. Ve daha sonra bu esterden 10 gram alarak Milkshake içine karıştırdılar ve bu karışımı 20 kişiden oluşan denek grubunun bir kısmına içmeleri için verdiler. Denek grubunun diğer kısmına ise (bu grup kontrol grubu) içerisinde sadece İnulin olan ama Propionate içermeyen içecek verdiler.
Not: Burada İnulin-Propionate Ester yapmadaki amaç deneklere bir seferde hacim olarak küçük, içerik olarak zenginleştirilmiş Propionate vererek beyindeki değişimi tespit etmek. 10 gramlık zenginleştirilmiş Propionate, 60 gramlık lifli gıda yemeye eşdeğer.
Beynin ödüllendirme merkezinde neler oluyor
Verilen Milkshake'ler içildikten sonra iki grupta bulunan deneklerin beyinlerinde ne gibi değişiklerin orduğunu tespit etmek amacıyla Manyetik Rezonans Görüntüleme (MR) tekniği ile beyin tomografisi çekildi. Beyin tomografisi çekilirken deneklerin iştah durumlarını tetiklemek amacı ile çikolata, kek pizza gibi kalori bakımından zengin gıdaların fotoğrafları gösterildi.Ohne Titel
Sonuçlar gerçekten beklenildiği gibi çıktı. Propionate bakımından zenginleştirilmiş içecek verilen deneklerin beyninin ödüllendirme merkezinde, saf İnulin verilen verilen deneklerininkine göre düşük aktivite ölçüldü. Başka bir ifade ile İnulin-Propionate Ester verilen denekler yiyeceklere daha az ilgi gösterdiler.
Deneyin ikinci basamağında deneklere bir tabak spagetti verildi ve İnulin-Propionate Ester verilen grup tabaklarına konulan spagettinin yaklaşık %10'nu yiyemediler.
Propionate takviyeli gıdalar obezite sorununu çözemede yardımcı olabilir
Bu araştırma, Propionate'nın açık bir şekilde iştah bastırıcı etkisinin olduğunu ve aşırı yemek yeme isteğininin önüne geçtiğini gösteriyor. Gelecekte Propionate takviyeli yiyecekler üretilerek obezite gibi önemli bir sağlık sorunun önüne geçmede yardımcı bir faktör olarak kullanilabilir.
Konuyla ilgili  açıklama yapan Claire Byrne, "Günlük 60 gram lifli gıda yiyerek bağırsakların 10 gram Propionate üretmesi sağlanabilir, bu da iştahın frenlenmesı için yeterlidir" dedi. [3]
Lifli yiyeceklerden bazılarının listesi 
Avokado, Greyfurt, İncir, Kayısı, Şeftali, Kivi, Portakal, Kuru fasülye, Mercimek, Nohut, Kuru Barbunya, Tam Buğday Ekmeği, Börülce, Bulgur, Makarna, Ispanak, Bezelye, Ay çiçeği, Badem Fındık, Fıstık, Kuru üzüm.....
 Kaynaklar
  1. http://gut.bmj.com/content/early/2014/11/17/gutjnl-2014-307913
  2. http://www.nature.com/ncomms/2014/140429/ncomms4611/full/ncomms4611.html
  3. http://ajcn.nutrition.org/content/104/1/5
Mehmet Saltürk
++++++++++++++++++++++++++
Dipl. Biologe Mehmet Saltuerk
Institute for Genetics
University of Cologne
++++++++++++++++++++++++++
Bu blogdaki makaleler bir başka yayın organında kaynak gösterilmeden yayınlanamaz, çoğaltılamaz ve kullanılamaz.

Kronik Yorgunluk Sendromunun bağırsak florası ile bağlantılı olduğu keşfedildi.

Kronik Yorgunluk Sendromu nedir
Altı aydan daha uzun süre devam eden, uyuma ve dinlenme ile geçmeyen aşırı fiziksel ve zihinsel yorgunluğa Kronik Yorgunluk Sendromu(KYS) adı verilir.
Kronik Yorgunluk Sendromu sadece bir yorgunluk olmakla kalmayıp kas ağrısı, baş ağrısı, boyun ağrısı, eklem ağrısı, uyku bozukluğu gibi sorunları da beraberinde getiren kompleks bir hastalıktır.[1] Hastalığın kesin sebebi tam olarak bilinmemekle birlikte aşırı stres, beslenme alışkanlığı, genetik yatkınlık ve viral enfeksiyonlar gibi faktörlerden şüpheleniliyor.

cfsHastalığın sebebinin tam olarak bilinmemesi doktorların hastalığa kesin teşhis koymasını zorlaştırıyor. Doktorlar, Kronik Yorgunluk(YKS) şikayeti ile gelen hastaların yapılan muayenesinde somut bir bulguya rastlamazsa, hastalığın psikolojik ya da kuruntudan kaynaklandığı yargısına varıyorlar ki, bu yaklaşımın doğru olmadığı ilerleyen zamanda anlaşılıyor.

Son zamanlarda Kronik Yorgunluk Sendromu(KYS) hakkında yapılan araştırmalar hastalığın net bir şekilde biyolojik nedenlerden kaynaklandığını gösteriyor.

Bu konuda yapılan araştırmalardan bazıları Kronik Yorgunluk Sendromu(KYS) hastalarının beyninde karakteristik anormallikler [2] ile bağışıklık sisteminde önemli değişiklikler olduğunu gösteriyor.[3]
Kronik Yorgunluk Sendromu(KYS) hastalarının bağırsak florasında keşfedilen değişiklikler
Cornell Üniversitesinden Ludovic Guilloteaux ve ekibinin 48 KYS hastası ile 39 sağlıklı insanın dışkı ve kan örneklerini karşılaştırarak yaptığı araştırma bağırsak florası ile Kronik Yorgunluk Sendromu arasında şüpheye yer bırakmayacak şekilde bir bağlantının olduğunu gösteriyor.[4] Ludovic Guilloteaux ve ekibi, bu araştırma için deneklerden aldığı dışkı ve kan örneklerinde bağırsak bakterilerinin DNA ları ile kanda bulunan beş farklı inflamasyon belirteçlerin konsantrasyonunu ölçütüler.
Untitled-3
Bağırsaktaki bulgular
Bağırsaktaki bulgulara geçmeden önce konunun daha iyi anlaşılması için kısaca Bağırsak florasından bahsetmek gerekiyor.
Bağırsak florası, sindirim sisteminde yaşayan ve vücuda alınan gıdarı sindirmekle görevli, sayıları 10 milyon ile 1 katrilyon arasında değişen yaklaşık 500-1000 değişik türdeki mikroorganizmanın genel adıdır.
Sağlıklı bir insanda bağırsak florasındaki bakterilerin %98'i faydalı bakterilerden oluşur ve bunlar bağırsakta kaldığı müddetce faydalı görevlerine devam ederler. Eğer bu bakteriler bir şekilde bağırsaktan kana geçerse iltihabi reaksiyonlar başlayarak kişinin hastalanmasına sebep olur.[5]
Bağırsak florasının azlığı veya belirli bakterilerin bağırsakta bulunmaması Crohn hastalığı gibi kronik ve iltihabi bağırsak hastalıklarının ortaya çıkmasına yol açar. Bu bakımda bağırsak florasındaki bakterileri gerek sayısının gerekse çeşidinin eksilmemesi önemlidir.
Guilloteaux ve ekibi yaptıkları bu araştırma ile Kronik Yorgunluk Sendromu(KYS) hastalarının bağırsak florasında sağlıklı insanlara göre daha az mikroorganizmanın bulunduğunu ve var olanların da daha az hareketli olduğu tespit etti.
Kandaki bulgular
Kronik Yorgunluk Sendromu (KYS) bulunan hastaların kanında bir inflamasyon belirteçi olan Lipopolisakkarit-Bağlayıcı Protein(LBP) seviyesinin yüksek olduğu gözlendi. Bu durum, hastanın bakteriyel bir enfeksiyonla karşı karışıya olduğu anlamına geliyor. Lipopolisakkarit-Bağlayıcı Protein(LBP), bakteriyel enfeksiyonu fark ederek vucudu savunma için alarma geçirir. Yani LBP‘nin kanda yükselmesi bağışıklık sisteminin bakteriyel bir enfeksiyona karşı verdiği doğal bir yanıttan başka bir şey değildir.
Bakteri kana nereden ve nasıl geçiyor
Sağlıklı bir bağırsak duvarından kana bakteri, mantar, parazit ve toksik atıkları geçemez. Çünkü bağırsak duvarının yapısı buna müsade etmez. Ancak hasarlı bağırsaklarda (sızıntılı bağırsak, ingilizce:leaky gut) veya Geçirgen Bağırsak Sendromu hastalarında bakteriler ve toksik maddeler bağırsak duvarından kana sızarak kanı enfekte eder.
Yapılan bu araştırmadan elde edilen önemli başka bir bulgu ise, Kronik Yorgunluk Sendromu(KYS) hastalarının bağırsak duvarının geçirgen olduğu ve bağırsaklarda bulunan bakterilerin kana geçerek iltihaplanmaya sebep olduğunun keşfedilmiş olması.
Tedavide yeni umut
Şu ana kadar Kronik Yorgunluk Sendromunun(KYS) etkili bir tedavisinin olmaması hastalık hakkında somut biyolojik delillerin olmamasından kaynaklanıyordu.
Guilloteaux ve ekibi bu araştırma ile kronik yorgunluk sendromu olan hastaların bağırsaklarında daha az sayıda bakterinin konakladığını, bağırsak duvarlarının geçirgen olduğunu ve bu nedenle bağırsaktan kana bakteri geçişi olduğunu, bunun da kanda iltihabi reaksiyonların ortaya çıkmasına sebep olduğunu keşfettiler.
Bu önemli keşifle birlikte Kronik Yorgunluk Sendromu(KYS) teşhisinin kan ve dışkı testi ile çok daha kolay bir şekilde tespit edilebilmesinin yolu açılmış oldu.
Sonuç
Bağırsak florası ve bağırsak duvarındaki bu değişimin Kronik Yorgunluk Sendromunun(KYS) ortaya çıkmasında sebep mi yoksa sonuç mu olduğu şimdilik tam olarak bilinmiyor ama araştırmayı yürüten Giloteaux konu hakkında yaptığı acıklamada, geliştirilecek ilaç ve uygun diyet planları ile bağırsak florasının tekrar dengeye sokularak hastaların normal yaşantıya dönebileceklerini umut ettiğini belirtti.
Kaynaklar
  1. http://annals.org/article.aspx?articleid=708271
  2. http://pubs.rsna.org/action/doSearch?SeriesKey=&AllField=CFS
  3. http://advances.sciencemag.org/content/1/1/e1400121
  4. http://microbiomejournal.biomedcentral.com/articles/10.1186/s40168-016-0171-4
  5. http://www.sciencedirect.com/science/article/pii/S0140673603124890
Mehmet Saltürk
++++++++++++++++++++++++++
Dipl. Biologe Mehmet Saltuerk
Institute for Genetics
University of Cologne
++++++++++++++++++++++++++
Bu blogdaki makaleler bir başka yayın organında kaynak gösterilmeden yayınlanamaz, çoğaltılamaz ve kullanılamaz.

Etnik grupların genlerinde o gruba özel bölgeler bulunmaktadır.

Etnik grupların DNA larında, sadece o gruba özel belirli bölgeler bulunabilmektedir. Toplumdan topluma değişen bu özel bölgeleri internationale HapMap-Projekt adlı proje çerçevesinde araştırılmaktadır. Örneğin, İsrailde yaşayan Ashkenaz ve Sepharde adlı etnik gruplarda031218_hapmap_300_0, Afrikada yaşayan Yoruba adlı etnik grupta, Çinde yaşayan Han-Chinese adlı etnik grupta ve İngiltere'nin kuzey-doğus Walesde yaşayan etnik grupta, özel DNA bölgeleri bulunmaktadır.
Sadece bazı  etnik grupların DNA larında görülen bu ender bölgeler o toplumun geriye doğru izlerini taşımaktadır. Bu özel bölgelerin bozulmadan kalması ancak o etnik gruptaki bireylerin sürekli birbiri ile gen alış veriş yapması ile mümkün olmaktadır. (Cinsel birleşme anlamında)
Tehlikeleri 
Grup içi gen alışverişlerinden doğan çocuklarda aynı özel bölgeler bulunacaktır. Bu aslında genetik olarak tehlikeli bir durum. çünkü aynı genetik hastalığı taşıyan iki bireyden doğan çocukların hasta olma olasılığı çok daha yüksek olmaktadır.
(Bazı genetik hastalıklar ancak hem anneden hem babadan alınan genlerin her ikisinde birden hasarlı bölgenin bulunması ile ortaya çıkmaktadır.) Bu yüzden akraba ve genetik olarak yakin grupların evlilikleri her zaman büyük risk taşımaktadır.
Türkiyede durum
Türkiyenin çeşitli bölgelerinde yaşayan etnik grupların, örneğin Alevilerin, Kürtlerin Çerkezlerin, Lazların, Tatarların ve daha onlarca irili ufaklı etnik grupların genlerinde bu özel bölgelerin (Polymorphism) bulunması kaçınılmazdır.
Mehmet Saltürk
++++++++++++++++++++++++++
Dipl. Biologe Mehmet Saltuerk
Institute for Genetics
University of Cologne
++++++++++++++++++++++++++
Bu blogdaki makaleler bir başka yayın organında kaynak gösterilmeden yayınlanamaz, çoğaltılamaz ve kullanılamaz.

İlk olarak Multipl Skleroza sebep olan bir mutasyon keşfedildi.

Multipl skleroz(MS), bağışıklık sisteminde bulunan T-hücreleri'nin sebebi henüz tam olarak bilinmeyen bir nedenle sinir hücreleri üzerinde bulunan koruyucu ve yalıtım özelliği olan Miyelin Kılıfa zarar vermesiyle ortaya çıkan bir bağışıklık sistemi hastalığıdır.
1Miyelin kılıfın zarar görmesiyle birlikte beyin ile vücut arasında koordiayson sorunları başlar ve hasta hareket, konuşma ve görme bozuklukları gibi temel vücut fonksiyonlarında birtakım problemler yaşamaya başlar.

MS hastalığının başlamasına sebep olan biyolojik süreç hakkında elde çok fazla kesin bilgi bulunmamakla beraber hastalığın ortaya çıkmasında Beyin-kan bariyerinin geçirgenliği, bağırsak florası, güneş ışığı ve D vitamini alınımı gibi etkenlerin rol oynadığı konusunda bulgular bulunmakta ama bu bulguların hastalığın ilk ortaya çıkmasında ne derece etkili olduğu konusu halâ tam olarak bilinmiyor.

MS vakalarının bölgelere ve etnik kökenlere göre farklı oranlarda görülmesi, hastalığın ortaya çıkmaşında genetik mutasyonların etkili olabileceği fikrini güçlendirmesine rağmen şimdiye kadar yapılan çalışmalarda bu konuda elle tutulur bir bilgiye ulaşılamamıştı.

İlk olarak genetik bir mutasyon keşfedildi

Unbenannt-1British Columbia Üniversitesi'nden Vilarino-Güell ve arkadaşları ilk olarak multipl skleroza sebep olan genetik bir mutasyon keşfettiler. Vilarino-Güell ve ekibi, 4400 multipl skleroz hastası ve bu hastaların 8600 yakın akrabasını mercek alarak yaptıkları genetik çalışmada iki ailede iki jenerasyon üst üste beş multipl skleroz vakasının olduğunu tesbit ettiler.

Bu tespit hiç kuşkusuz genetik açıdan oldukça büyük anlam ifade ediyor.

Ekip araştırmayı bir adım daha ileri götürerek bu iki ailedeki MS hastası kişilerin genetik analizlerini yaptı ve analizler sonunda bu kişilerin NR1H3 geninde çok nadir rastlanan bir mutasyon olduğunu tespit etti.
İlginç olan başka bir konu ise araştırmaya katılan yaklaşık 13.000 kişiden bazılarında da bu mutasyonlu gen bulunmasına rağmen bunlardan sadece % 70’ inde MS vakası görüldü.

Bu mutasyon ne anlama geliyor?

NR1H3 geni LXRA adında bir Regulator-proteini kodluyor. Mutasyonlu geni taşıyanlarda bu protein üretilemiyor.

LXRA proteinin görevi nedir?

Bu proteinin görevi, sinir hücrelerindeki iltihaplanmaları önleyici proteini kodlayan başka bir genin çalışmasını teşvik etmek. Başka bir ifade ile LXRA proteini indirekt olarak miyelin kılıfın zarar görmesine sebep olan iltihapları engelliyor.
UnbenanntVilarino-Güell, konu ile ilgili yaptığı açıklamada, mutasyonlu geni taşımasına rağmen henüz Multipl Skleroz olmamış kişilerin çevresel faktörlerden daha çabuk etkilenerek hastalığa daha kolay yakalanmalarının mümkün olduğunu bildiriyor. Vilarino-Güell, bu kişilerin bir anlamda uçurumun kenarında olduklarını söylüyor.

Yeni tedaviler için fırsat

Uzmanlar bu mutasyonun her 1000 MS hastasının sadece biride bulunduğunu tahmin ediyorlar. Hernekadar MS hastalarının çok küçük bir kısmı bu nadir bir mutasyonu taşıyor olsada, bu keşif MS’i ilk ortaya çıkaran mekanizmanın(ların) anlaşılması açısından önem arz ediyor.

Sonuç

Dünya çapında yaklaşık 2 - 2,5 milyon MS hastası olduğu tahmin ediliyor ve hastalığın ileri aşamalarında hastaya uygulanabilecek  tatmin edici pek fazla tedavi seçenekleri kalmıyor.
Vilarino-Güell, „Bu keşif sadece hastalığın semptomlarını ortadan kaldıracak yeni tedavi metotlarının geliştirilmesine olanak sağlamakla kalmayacak aynı zamanda MS'in ilk ortaya çıkmasında rol oynayan temel sebeplerin anlaşılmasını da kolaylaştıracak“ diyor.

Mehmet Saltürk

++++++++++++++++++++++++
Dipl. Biologe Mehmet Saltürk
The Institute for Genetics
of the University of Cologne
++++++++++++++++++++++++

Kaynak

Bu blogdaki makaleler bir başka yayın organında kaynak gösterilmeden yayınlanamaz, çoğaltılamaz ve kullanılamaz.

Güzel bir popo sağlıklı olmanın göstergesi

Güzel bir popo kadınları hem daha zeki, hem de kronik hastalıklara karşı daha dirençli yapıyor.
Şimdiye kadar güzellik konusunda yapılan araştırmalardan ortaya çıkan önemli bulugulardan biri de güzelliğin sağlığın bir göstergesi olduğu yönünde…(Ayrıca güzellik, evrimin önemli bir parçası olan Doğal Seleksiyonun da tetikleyici bir gücüdür.)

Güzel popo, güzel kalça ve sağlık
12063863_10153577814027211_5456043676410920905_n
Oxford Üniversitesi / Churchill Hastanesi nin 16.000 kadınla yapmış olduğu bir araştırma, ortalamadan daha büyük popoya sahip kadınların hem daha sağlıklı, hem kronik hastalıklara daha dayanıklı, hem de daha zeki olduğunu gösteriyor.
Uzmanlar bu şaşırtıcı sonucun sebebinin yağ metabolizmasında kaynaklandığını, popo ve kalçada yüksek miktarda bulunan omega-3 yağ asitlerinin beyin gelişimini teşvik ettiğini, bunun da zekayı olumlu yönde etkilediğini, eğer kadın hamile ise bu olumlu etkinin bebeğin beyin gelişiminde de kendini gösteriyor belirtiyorlar.
Ayrıca omega-3 yağ asitlerinin, kalp ve damar sağlığını koruma, kanın normal şekilde pıhtılaşmasını sağlama, hipertansiyonu düşürme, bağışıklık sistemi hastalıklarını önleme gibi önemli faydalarının olması büyük popolu ve geniş kalçalı kadınlara sağlık konusunda büyük avantajlar sağlıyor.
Makalede güzel bir popo ve kalçanın kadına sağladığı metabolik avantajlar şöyle sıralanıyor
  • Düşük kolesterol seviyesi
  • Daha az kalp ve diyabet problemi
  • Beyin gelişiminde önemli rol oynayan omega 3 yağlarının daha fazla üretilmesi.
  • Daha zeki çocuklar doğurma
  • Daha uzun ve daha sağlıklı bir yaşam.
NOT : Kaliforniya Santa Barbara ve Pittsburgh Üniversitelerinin birlikte yaptığı benzer bir araştırmadan da aşağı yukarı aynı doğrultuda sonuçlar elde edildi.
Mehmet Saltürk
++++++++++++++++++++++++++
Dipl. Biologe Mehmet Saltuerk
Institute for Genetics
University of Cologne
++++++++++++++++++++++++++
 
Kaynak
Bu blogdaki makaleler bir başka yayın organında kaynak gösterilmeden yayınlanamaz, çoğaltılamaz ve kullanılamaz.

Alzheimerın ilk belirtileri gözlerde başlıyor

Demans hastalığı(bunama), Tau ve Beta-Amiloid adında iki proteinin beyinde birikmesi ile ortaya çıkar. Hastalıkla birlikte beyinde hücre öl...