18 Ara 2018

Kromozomal Hastalıklar: 35 yaş üstü hamilelikler neden riskli ?

Hamileliklerin birçoğu önemli bir sorun yaşanmadan sonlanırken, bazı hamileliklerde yaşa bağlı olarak ağır sorunlar yaşanabilmektedir. Özellikle 35 yaş ve üzeri hamileliklerde Down sendromu ve diğer kromozomal hastalıkların ortaya çıkma riski yükselmektedir. (Baba olma yaşı pek rol oynamamaktadır)

Kromozomların yanlış dağılması


Hamileliğin ilk gününden başlayan ve doğuma kadar süren planlanmış hücre bölünmeleri sırasında meydana gelen kopyalama hataları, yeni oluşan hücrelerde kromozomların yanlış dağılmasına sebep olur. Bu hatalar, Down sendromu (Trizomi 21), Patau sendromu (Trizomi 13), Edwards sendromu (Trizomi 18) gibi birçok kromozomal hastalığın ortaya çıkmasına sebep olabilmektedir. Şimdilik tedavisi olmayan bu hastalıkların ortaya çıkmasında en önemli risk faktörü annenin ilerleyen yaşıdır.

Hamilelik yaşına göre risk oranları
  • 20 yaşında: 1: 1500 (% 0.06)
  • 25 yaşında: 1: 1350 (% 0,075)
  • 30 yaşında: 1: 900 (% 0.11)
  • 32 yaşında: 1: 700 (% 0.14)
  • 34 yaşında: 1: 500 (% 0.2)
  • 35 yaşında: 1: 360 (% 0.27)
  • 36 yaşında: 1: 300 (% 0.33)
  • 38 yaşında: 1: 200 (% 0,5)
  • 40 yaşında: 1: 100 (% 1)
  • 42 yaşında: 1:65 (% 1,5)
  • 44 yaşında: 1:37 (% 2,7)
  • 46 yaşında: 1:21 (% 4.8)
Listede görüldüğü gibi hamilelik yaşı ilerledikçe kromozomal hastalıkların ortaya çıkma riski de artmaktadır.

Peki, ilerleyen yaş ile kromozomal hastalıkların nasıl bir ilgisi olabilir? Hamilelikte annenin yaşı neden önemlidir? Bu ve buna benzer soruların cevabı aşağıda okuyacağınız makalede yer almaktadır.
Konuya önce kromozomal hastalıkların en bilineni olan Down Sendromunun kısa bir tarihçesini anlatarak giriş yapalım ve ardından hamilelikte kromozomların anormal dağılması ile ortaya çıkan bazı kromozomal hastalıklar hakkında kısa bir ön bilgi verelim. Ve sonra esas konuya yani annenin hamilelik yaşı ile kromozomal hastalıkların arasındaki bağlantıya geçelim.

Down sendromunun kısa bir tarihçesi

Down Sendromu ilk kez 1866'da İngiliz doktor ve eczacı John Langdon-Down tarafından tanımlandı. 1959 yılında fransız bilim insani Jérôme Lejeune ilk olarak Down sendromlularda 46 kromozom yerine 47 kromozom olduğunu keşfetti. Hangi kromozomun fazla olduğu ise ancak daha sonraki yıllarda keşfedilecekti.

Yetmişli yıllarda gelindiğinde İngiliz genetikçi Lionel Penrose yaşlı kadınların genç kadınlara göre daha fazla Down sendromlu çocuk dünyaya getirdiğini tespit etti ama Down Sendromlularda hangi kromozomun bir kopyasının fazla olduğunu öğrenmek için 25 yıl daha beklemek gerekecekti...

2010 yılına gelindiğinde Rolf Jessberger önderliğinde Alman İngiliz çalışma grubu, Cohesin adında bir protein'in eksik olması durumunda kromozomların yanlış dağıldığını keşfetti. Bu keşif, ileri yaşlarda anne olanların çocuklarında neden Down Sendromu ve diğer kromozomal hastalıkların daha fazla olduğunu anlamamızı sağladı.

Hayatın başlangıcı: Döllenmenin öncesi ve sonrası

Hamilelik bir yumurta hücresinin, bir sperm hücresi tarafından döllenmesi ile başlar. Döllenme sonrası iki hücrenin çekirdeği birleşerek yeni bir hücre oluşturur ve oluşan bu yeni hücrenin çekirdeği içerisinde 23 kromozom annenin yumurtasından, 23 kromozom da babanın sperminden olmak üzere 46 kromozom bulunur. İşte bizi biz yapan tüm özellikler annemizden ve babamızdan aldığımız bu 46 kromozomda yazılıdır.

Hayatın ilk yapı taşı olan bu döllenmiş yumurtanın, yani zigotun ilk hücre bölünmesi 12 saat gibi oldukça uzun sayılabilecek bir sürede gerçekleşir. Birkaç gün içerisinde bölünmeler sonunda embriyo yaklaşık üç düzine hücreden oluşur. Bir taraftan bölünmeler ilerledikçe hücreler çoğalmaya, diğer tarafta yavaş yavaş özelleşmeye başlar. Bölünme sonucu oluşan hücre yığınlarının iç tarafındaki hücreler kısmen yavaş bölünerek embriyoyu oluştururken, dış tarafındaki hücreler oldukça hızlı bir şekilde bölünerek Yolk kesesini* oluşturur.

Döllenmeden yedi gün sonra embriyo Uterusa yerleşir ve annenin kan dolaşımı sisteminden oksijen ve besin almaya başlar. Hücre bölünmeleri uterusta da devam eder. Bölünmeler sırasında özelleşmiş hücreler, dokuları, dokular da organları oluştururlar.

Sağlıklı bir hamileliğin ilk gününde itibaren başlayan bu hücre bölünmeleri 2, 4, 8, 16, 32, 64, 128, 256, 512 şeklinde doğuma kadar devam eder ve her bölünmede, başlangıçtaki 46 kromozomun bir kopyası yeni hücrelere aktarılır.

Bazen bölünmeler sırasında meydana gelen bir kopyalama hatası yeni oluşan hücrede hatalı kromozomların oluşmasına sebep olur. Hatanın hangi kromozomda ve ne zaman olduğu önemlidir. Çünkü her kromozomal hastalığın çeşidi ve şiddeti hangi kromozomda ve ne zaman olduğuna bağlı olarak değişir.

 Bazı kromozomal hastalıklar 
  • Down sendromu (Trizomi 21): Trizomi 21 en iyi bilinen kromozom hastalıklardan biridir. Down sendromu, kromozom 21'in fazladan üçüncü bir kopyasının mevcut olmasıyla ortaya çıkar. Bir çocuğun Down sendromlu olarak doğma riski istatistiksel olarak ortalama 650-700 doğumda 1'dir. Bu risk 20 li yaşlardaki hamileliklerde oldukça düşük iken, ilerleyen yaşlarda, özellikle de 35 yaş üzeri hamileliklerde yükselmektedir.
  • Edwards sendromu (Trizomi 18): Kromozom 18'in fazladan üçüncü bir kopyasının mevcut olmasıyla ortaya çıkar. Edwards Sendromlu hamilelikler genellikle yüksek oranda düşükle sonuçlanır. Eğer düşük olmaz ve doğum gerçekleşir ise çocuk ciddi malformasyonlar ile dünyaya gelir ve pek uzun yaşayamaz. Edwards Sendromu yaklaşık 5,000 doğumda 1 görülür.
  • Patau sendromu (Trizomi 13): Kromozom 13'in fazladan üçüncü bir kopyasının mevcut olmasıyla ortaya çıkar. Hamilelikler çok yüksek oranda düşükle sonlanır. Trizomi 13 ile doğan çocuklar çok ciddi konjenital kalp hastalıkları ve diğer hastalıklardan muzdariptirler. Çocuklar doğumdan sonraki birkaç ay içerisinde hayatlarını kaybederler. Pätau sendromu, yaklaşık 16,000 doğumda 1 görülür.
  • Cinsiyet kromozomlarındaki hatalar: Cinsiyet kromozomlarının dağılımında da bazen hatalar olabilmektedir. Hatalar kromozomun bir parçasının kaybolması veya fazladan bir kopyasının daha olması, ya da kromozomun tamamının ortadan kalkması şeklinde ortaya çıkar. XXX sendromu, XYY sendromu, XXY Sendromu (Klinefelter sendromu) ve Monozomi X (X0 = Turner sendromu) cinsiyet kromozomlarında meydana gelen rahatsızlıklara örnek teşkil etmektedir. Bu bozuklukların şiddeti farklı olmakla birlikte genellikle fiziksel veya psikolojik rahatsızlıklar şeklinde kendini gösterir.
Not: Down sendromu (Trizomi 21), Patau sendromu (Trizomi 13), Edwards sendromu (Trizomi 18) hakkında daha önce hazırlanmış detaylı makaleye buradan ulaşabilirsiniz.(link1) ve ayrıca Angelman Sendromu, Prader-Willi Sendromu hakkında hazırlanmış diğer makaleye de buradan ulaşabilirsiniz.(link2) 

İlerleyen yaş ile kromozomal hastalıkların ilişkisi 

35 yaş üzeri hamileliklerde daha sık görülen kromozomal hastalıkların ilerleyen yaş ile nasıl bir ilgisi olabilir? Kromozomların yanlış dağılımı sonucu ortaya çıkan bu hastalıklara neden ilerleri yaşlarda yapılan doğumlarda daha sık rastlanıyor? Bu sorulara Alman-İngiliz araştırma grubunun yaptığı bir araştırma ile cevap arandı ve Cohesin adında bir Bağ proteinin yaşa bağlı olarak bozulmasından kaynaklandığı bulundu.

Cohesin görevi nedir?

Cohesin, kromozomların üç boyutlu yapısını koruyan bir protein kompleksidir. Cohesin, her ne kadar kromozomların üç boyutlu yapısını korusa da, bu özelliği döllenmeden sonraki bölünmelerde Separaz enzimi aracılığı ile kontrollü bir şekilde ortadan kalkar. Yani, Cohesin'in hem kromozomun yapısını bir arada tutması, hem de bölünme sırasında çözülerek kromozomların kardeş hücrelere dengeli dağılması, hücre tarafından önceden belirlenmiş bir plan dahilinde gerçekleşir. Sağlıklı doğumun olması için bu planın kusursuz işlemesi gerekir.

Eğer Cohesin'in bu yapıştırıcı özelliği hücrenin önceden belirlenmiş planı dışında kaybolursa, kromozomların üç boyutlu yapısı bozulur ki, bu durum çok tehlikeli bir sürecin başlangıcı olur. Bu süreçte kromozom parçaları yeni oluşan hücrelere kontrolsüz bir şekilde dağılarak, o hücrelerde kromozom dengesinin bozulmasına sebep olur.

İlerleyen yaşla birlikte Cohesin'in fonksiyonu bozuluyor

Konunun daha iyi anlaşılması için anne adayının bizzat kendisinin daha doğmadan önceki embriyo dönemine giderek anlatalatmaya başlayalım.
Bir kadının, ergenlik yaşına geldiğinde her ay düzenli olarak bırakacağı yumurtalar, daha o kadın doğmadan önce, yani anne karnındayken yumurtalıkları içerisinde öncü yumurta hücreleri olarak bulunur.

Doğumdan sonra yumurtaya dönüşecek olan bu hücrelerin her birinin içerisindeki 23 adet kromozom bulunur ve her kromozom iki adet kromatin adı verilen DNA yumağından oluşur. Eğer kromozomun yapısını "X" harfi gibi düşünecek olursak X'in kolları kromatin'e karşılık gelmektedir ve kolların birleşme noktasına sentromer denmektedir. İşte iki kolu birbirine yapışık vaziyette tutan ve kromozomun dağılmadan bir arada kalmasını sağlayan sentromerde bulunan Cohesin'dir.

Kız çocuğu ergenlik çağına geldiğinde, yumurtalıklarındaki hücreler de gelişimini tamamlayarak döllenmeye hazır hale gelir. Anne adayının yaşı ilerledikçe kromozomları birbirine bağlayan Cohesin yavaş yavaş gücünü kaybetmeye, ya da başka bir ifade ile parçalanmaya başlar. Cohesin protein'in yapıştırıcı gücünün kaybolması yukarıda bahsedildiği gibi kromozomların üç boyutlu yapısının bozulmasına ve bozulan parçaların yeni oluşan hücrelere dengesiz bir şekilde dağılmasına ve buna bağlı olarak da kromozomal hastalıkların ortaya çıkmasına sebep olur.

Sonuç

Down sendromu gibi kromozomal hastalıklar, yumurta döllendikten sonra hücre bölünmeleri sırasında kromozomların hatalı dağılmasından kaynaklanmaktadır. Bunun en önemli sebebi annenin ilerleyen hamilelik yaşı ve buna bağlı olarak Cohesin adındaki proteinin bozulmasıdır.
-  -  -
Yolk kesesi*: Hamileliğin üçüncü haftasında oluşan fetüsün boşaltım ve diğer işlevlerini 3 ay boyunca yerine getirecek olan bir endoblastomik balondur.
Benzer konuda hazırlanmış diğer makaleler


Mehmet Saltuerk

++++++++++++++++++++++++
Dipl. Biologe Mehmet Saltürk
The Institute for Genetics
of the University of Cologne
++++++++++++++++++++++++

Kaynaklar
  1. Oocyte cohesin expression restricted to predictyate stages provides full fertility and prevents aneuploidy.
  2. Deterioration without replenishment--the misery of oocyte cohesin
  3. Age-related meiotic segregation errors in mammalian oocytes are preceded by depletion of cohesinand Sgo2.
  4. Cohesin in oocytes-tough enough for Mammalian meiosis?
  5. Sororin Mediates Sister Chromatid Cohesion by Antagonizing Wapl
  6. Chromosome Segregation in Budding Yeast: Sister Chromatid Cohesion and Related Mechanisms
Bu blogdaki makaleler bir başka yayın organında kaynak gösterilmeden yayınlanamaz, çoğaltılamaz ve kullanılamaz.

3 Ara 2018

Hayatımıza yön veren koku

Koku duyusu, hiç kuşkusuz beş duyudan en ilginç olanıdır. Yiyeceklerin seçiminden, tehlikelere karşı uyarmaya, eş seçiminden, cinsel aktiviteyi ayarlamaya, partnerimizi yatıştırmadan, cinsel çekicilik veya iticiliğe kadar hayatımızda birçok konuda etkin rol oynar.Aşağıda kokuyla ilgili yapılmış 6 ilginç araştırma yer almaktadır.

Araştırmanın ayrıntılarına girmeden önce koku ile ilgili ilginç bazı konulara değinelim ve ardında araştırmaların ayrıntılarına geçelim.

Sadece koklamak değil daha ötesi de var

Koku, beş duyu içerisinde en dolaysız olanıdır. Çünkü görsel, işitsel ve dokunsal duyular önce beynin serebral korteksine gelerek orada işlenmesi gerekirken, koku duyusu direkt olarak beyindeki duyguların işlendiği limbik sistem üzerine gelir ve burada değerlendirilir. Yani, koku hariç diğer bütün duyular serebral kortekse bir sinyal göndererek beynin geri kalan kısımlarına bağlanmak için izin isterken koku için böyle bir şey söz konusu değildir. Koku sinyalleri serebral kortekse uğramadan direk beyindeki nihai varış noktasına ulaşırlar. Örneğin bir odaya veya bilinmeyen bir yere girdiğimizde pek farkına varmasakta bize ortam hakkında olumlu veya olumsuz ilk izlenimi veren gözden ve kulaktan önce koku duyusudur.
  • Kadın ve erkekte farklılık
Koku duyusu genel olarak kadınlarda erkeklere göre daha fazla gelişmiştir. Kadınlar düşük dozda kokuları algılayabilir, bireysel kokuları da daha iyi tanımlayabilirler (Not:Aşağıda bunun neden böyle olduğu konusunda açıklama yer almaktadır.)
Ayrıca erkeklerin cinsel partner seçiminde vücut kokusunun dış görünümden daha önce yer aldığı yapılan araştırmalar arasında bulunmaktadır...
  • Koku duyusu son nefese kadar çalışır
Koku sinir hücreleri, diğer sinir hücrelerinde olmayan çok farklı bir özelliğe sahiptirler. Koku sinir hücrelerini eşsiz yapan bu özellik, kendilerini sürekli yeniliyor olmasıdır. Diğer duyu organlarındaki sinir hücreleri öldüğü veya hasar gördüğünde kendilerini yenileyemezler. Koku sinir hücrelerini bu kendini yenileme özelliği, ölene kadar koku almamızı sağlar. Yani, koku duyusu için, „Ölmekte olan insanı en son terk eden duyudur“ desek yanlış olmaz. Not: Alzheimer, Parkinson, Multipl skleroz, Prion gibi nörodejeneratif hastalıkların tedavisinin olmaması sinir hücrelerinin kendini yenileyememesinden kaynaklanmaktadır.
  • Roman ve filimlere ilham kaynağı olan koku
Koku duyusu öyle gizemli öyle ilginç bir duyu ki, birçok filme ve romana ilham kaynağı olmuştur. Örneğin, Patrick Süskind'in "Das Parfüm" adlı romanının sinemaya uyarlaması olan „Koku: Bir Katilin Hikayesi“ adlı filminde sıradışı bir buruna sahip katilin parfüm endüstrisinde çalışırken hayal ettiği kokuyu üretebilmek için işlediği cinayetleri anlatır.

Yine başka bir örnekte fransız yazar Marcel Proust'un "Kayıp Zamanın İzinde" adlı romanında bir parça bisküviyi çayın içine daldıran bir adamın aldığı koku ile bilinçaltının derinliklerindeki anılara yaptığı yolculuğu anlatır. İşte bu yüzden kokuların bizi uzun yıllar önce unutulmuş hatıralara götürmesine Marcel Proust'un romanından esinlenilerek „Proust Etkisi“ denilmiştir.
  • Koku duyusu kaybı (Anosmi)
Anosmi, koku duyusunun geçici veya kalıcı olarak kaybolmasıdır. Kendiliğinden oluşabileceği gibi bazı sorunlara bağlı olarak da ortaya çıkabilir. Ayrıca seyrekte olsa doğumla birlikte(konjenital anosmi) ortaya çıkan anosmi vakaları da vardır.
  • Koku kaybı ciddi sağlık sorunlarının habercisi olabilir
Geçmiş yıllarda yapılan araştırmalarda hasarlı koku duyusunun Alzheimer ve Parkinson gibi nörodejeneratif hastalıkların habercisi olduğu konusunda ipuçlarına ulaşıldı. Hasarlı koku duyusunun yemeklerin tadını almayı olumsuz etkilediğini gösteren araştırmalar da bulunmaktadır (1)(2)(3).

Doğuştan koku kaybı ile küçük penis ve küçük testis arasındaki ilişki olduğuna dair bulgular da yapılan bu araştırmalar arasında yer almaktadır. Bu ilginç araştırmaya buradan ulaşabilirsiniz.(ayrıntı için tıkla) 
  • Koku bozukluğunun sınıflandırılması
Sınıflandırma temel olarak hasta öyküsü ve psikofizik muayene sonuçlarına göre yapılır. Tartışmalı olsa da, koku alma bozukluklarını nicel ve nitel bozukluklar olarak iki sınıfa ayırmak yanlış olmaz.
a) Nicel koku bozukluğu
  1. Koku uyaranlarına duyarlılık azalır (hiposmiye)
  2. Belirli bir kokuya karşı kısıtlama veya hassasiyet kaybı (kısmi anosmi)
  3. Koku duyusunun oldukça fazla derecede kısıtlanması (işlevsel anosmia)
  4. Koku duyusunun tamamen kaybolması (komple anosmia)
  5. Kokulara karşı aşırı duyarlılık (hiperosmi)
  6. Belirli kokulara karşı duyarlılık artışı (olfaktorische Intoleranz)
b) Kalitatif koku bozukluğu
  1. Koku uyaranlarının değişmiş algısı (parosmia)
  2. Koku uyaranı olmadan koku algısı (phantosmia)
  3. Güçlü duygusal değişimlerin neden olduğu koku algısının yeniden yorumlanması (psikiyatrik hastalıklar ile bağlantılı bir durum)

***

1. Araştırma: Koku duyusu kaybı cinsel aktiviteyi etkiliyor

Yapılan birçok araştırma koku hissinden tamamen yoksun kişilerde davranışsal özelliklerin normal insanlardan farklı olduğunu, bu kişilerde genel olarak özgüven eksikliği, depresif bozuklukların sık görüldüğünü gösteriyor.

Alman araştırmacıların yaptığı başka bir araştırmada ise koku duyusu eksikliğinin erkek ve kadınlarda farklı etkilere sahip olduğunu gösteriyor. Araştırma, Konjenital anosmiye (doğumsal anosmi) sahip erkeklerin sağlıklı erkeklere göre daha az cinsel ilişkiye girdiklerini, kadınların ise partnerleri ile olan ilişkilerde kendilerini daha güvensiz hissettiklerini gösteriyor.

Araştırma nasıl yapıldı?

Araştırma, 18 -50 yaşları arası doğuştan anosmi rahatsızlığı bulunan 30 kadın ve erkek ile 36 sağlıklı kişiden oluşan bir denek grubuna soru-cevap şeklinde yapıldı.
Sonuçlar başlıklar halinde şöyle:
  • Koku alamayan hem erkek, hem de kadınlarda genel sosyal davranışlardaki tedirginlik ve belirsizlik aşağı yukarı eşit seviyede. (Bunun muhtemel nedeni, deneklerin kendi ve karşı tarafın vücut kokusuyla ilgili bir bilgi sahibi olmamaları olabilir !)
  • Cinsel yaşam ve partner ile ilişki kalitesi konusunda kadın ve erkek arasında belirgin farklılıklar var. Anosmi olan erkeklerde cinsel ilişki sayısı sağlıklı erkeklere göre ortalama beş kat daha az. Anosmi olan kadınlar ile normal kadınlar arasında cinsel ilişki sayısında bir farklılık görülmedi.
  • Anosmi olan erkekler partner bulma konusunda daha isteksizler. Ancak cinsel isteklerinin eksik olup olmadığı sorulmadı.
  • Anosmi olan kadınlar eşe bağlılık konusunda daha güvensizler. Ancak anne ve yakın dostluklarda ilişkilerin normal olduğu tespit edildi.
  • Gerek sağlıklı gerekse anosmili erkeklerde koku duyusu ile partnere bağlılık arasında anlamlı istatistiksel bir ilişki bulunamadı.
  • Sağlıklı kadınlarda cinsel ilişkinin kalitesi için partnerin vücut kokusunun önemli olduğu tespit edildi. (4)
2. Araştırma: Vücut kokusunun kadınlar üzerinde yatıştırıcı etkisi

Journal Journal of Physiology & Behavior dergisinde yayınlanan bu makalede, istikrarlı bir ilişkide erkeğin kokusunun kadına güven ve rahatlık duygusu verdiğini gösteriyor.
İsveçli 34 heteroseksüel kadından oluşan küçük bir grup ile yapılan bu araştırma, güvenli ilişkilerde erkeğin vücut kokusunun kadınlar üzerinde ölçülebilir bir oranda stres azalttığı ve sakinleştirici bir etkiye sahip olduğunu gösteriyor

Araştırma nasıl yapıldı

Deneye katılan kadınlara önce partnerlerine güvenip güvenmediklerini 1'den 7'ye kadar olan bir ölçekte derecelendirmeleri istendi.
Daha sonra kadınlara iki dakika boyunca fiziksel stres tetikleyici küçük voltajlı kısa süreli beş elekrik akımı verildi. Kadınlara bir taraftan elektrik akımı verilirken aynı zamanda partnerlerinin üç gün boyunca giydiği dört farklı yünlü tişört koklatıldı. Güvenli ilişkisi olan kadınlar, partnerlerinin kokusunu aldığında elektrik akımının tahrişini daha az hissettiklerini bildirdiler. Cilte yapılan fiziksel stres direnç ölçümlerinin de kadınların beyanı ile örtüştüğü görüldü. Sonuç olarak, erkek vücudunun yaydığı kokunun sosyal bağlar kurmada ve stresi bloke etmede etkili olduğu söylenebilir!. (5)

Not: Kadın vücut kokusunun erkek üzerinde stres giderici bir etkisinin olup olmadığı henüz araştırılmdı.

3. Araştırma: Kadınların koku duyusu erkelerden daha iyi

Yukarıda da kısaca belirtildiği gibi bireysel kokuları tanımlama ve belirli bir kokuyu hatırlama konusunda kadın burnu erkeğinkine göre daha hassastır. Bu hassasiyetin sebebi şimdilik pek iyi bilinmese de beyindeki Koku soğanında bulunan nöronların kadınlarda yüzde 50 daha fazla olmasından kaynaklandığı düşünülüyor. Gerçi Koku soğanında fazla sinir hücresinin bulunması kokunun daha iyi algılanması anlamına gelmiyor, aksine kokunun daha iyi algılanması sinir hücrelerinin bağlantı noktaları sinaps sayısı ile alakalı bir durum. Muhtemelen fazla sinir sayısı ile sinaps sayısı arasında bir paralellik var. Konunun açıklığa kavuşabilmesi için kadınların koku soğanındaki sinaps sayısının araştırılmaya ihtiyacı var.

Araştırma nasıl yapıldı?

55 ve 94 yaşları arasında ölmüş olan 10 kadın ile 7 erkeğin beyinlerindeki koku soğanında bulunan glial nöronlar özel bir teknik kullanılarak çıkarıldı. Erkek ve kadındaki koku soğanlarının ağırlığı hemen hemen aynı olmasına rağmen hücre sayısında şaşırtıcı derecede büyük farklılıklar olduğu görüldü. Yapılan detaylı sayımlarda hücre sayısının kadınlarda erkeklere göre yüzde 43, nöronların sayısının ise yüzde 49 daha yüksek olduğu tespit edildi.

Yukarıda belirtildiği gibi hücre yoğunluğu bir dokunun fonksiyonunun daha iyi olduğu anlamına gelmiyor ama yine de kadınların daha iyi koku almasının altındaki sebebin bu olduğu düşünülüyor. Eğer yapılacak başka bir araştırma ile kadınlardaki sinaps sayısının, daha yüksek olduğu tespit edilirse, çıkan bu sonuçlar daha açık bir şekilde yorumlanacak. Çünkü sinaps sayısı ile fonksiyon arasında doğru orantı olduğu biliniyor.

Soru şu. Evrim neden kadınlara daha iyi bir koku duyusuna verdi? Cevap biraz spekülatif; İyi bir burun çocukların hayatta kalma şansını yükseltiyor olabilir...(6)

4. Araştırma: Kötü koku alma ile ölüme yakınlık arasındaki ilişki

Yaşlılarda zihinsel ve bedensel zayıflığın derecesi geri kalan ömürün süresi hakkında aşağı yukarı bir ipucu veriyor. Yapılan araştırmalar yaşlılarda geri kalan ömrün süresi hakkında koku duyusunun azalmasının da bir ipucu verdiğini gösteriyor. Buna göre, yaşlılıkta koklama yeteneğinin azalması, gelecek beş yıl içerisinde ölme olasılığının yükseldiği anlamına geliyor. Hatta araştırmacılar bu konuda oldukça iddialı ifadeler ile şöyle diyor: „Beş seçilmiş kokuyu tanıyamayanlar, genel sağlık durumlarına bakılmaksızın, beş yıl içinde ölme riski dört kat artmaktadır.“

Araştırma nasıl yapıldı?

Çalışma, 57 ila 85 yaşları arasında yaklaşık 3.000 erkek ve kadınla yapıldı. 2005/06 yıllarında yapılan bu araştırmada katılımcılara koku alma konusundaki hassasiyetleri tüm ayrıntıları ile soruldu ve koku duyuları mürekkebi çıkarılmış keçeli kalemler içerisine konan Nane, Balık, Portakal, Gül ve Deri kokuları ile test edildi.

Değerlendirmeler yaş, cinsiyet, eğitim düzeyi, genel sağlık, beslenme, tütün ve alkol tüketimi gibi faktörleri göz önünde bulundurularak yapıldı. Tahmin edildiği gibi yaş ilerledikçe koku duyusunun zayıfladığı tespit edildi.

Testin laboratuvar aşaması sonuçlandıktan sonra yapılan uzun süreli takipler sonunda koku alma bozukluğu olan katılımcıların, normal koku alan katılımcılara göre 5 yıl içerisinde ölme oranı 3 ile 4 kat daha fazla olduğu tesbit edildi.

Araştırdan ortaya çıkan başlıca sonuçlar
  • Tüm kadın ve erkeklerin yüzde 78'i normal bir koku performansına karşılık gelen dört veya beş kokuyu tanıdılar.
  • 57 yaşındakilerin üçte ikisi, beş kokunun tümünü tanıdılar.
  • 85 yaşındakiler, kokuların sadece dörtte birini tanıdılar
  • Katılımcıların yüzde 3,5'i ya bir, ya da hiçbir kokuyu tanıyamadılar.
  • Araştırma bittikten beş yıl sonra 430 kişinin öldüğü, ölenlerin % 39’nun kötü koku alan, %10’nun normal koku alan gruptan olduğu tespit edildi.
Bu araştırmadan ortaya çıkan anafikir şu: Eğer yaşlılıkta koku alma bozukluğu başlamışsa, bu 5 yıl içerisinde kalp yetmezliği, akciğer yetmezliği ve kanser gibi hastalıklardan ölümlerin olabileceğine bir işaret olabilir !!!

Zayıf koku duyusu neden ömrü kısaltıyor

Koku kaybı ile yaşam süresinin kısalması arasında nasıl bir ilgi olduğu şimdilik bilinmiyor. Ama bildiğimiz bir şey var o da kötü bir koku duyusu havadaki toksinlerin, virüslerin ve zararlı diğer ince partiküllerin ayırdına varamaz ve dolayısıyla kişiyi zararlı dış etkilerden zamanında haberdar edemez. Muhtemelen bu zararlılar merkezi sinir sisteminde birikerek bağışıklık sisteminin zayıflamasına ve vücut fonksiyonların hasara uğramasına sebep oluyor olabilir!!! (7)

5. Araştırma: Eş seçiminde burnunuza güvenebilirsiniz

Her insanın vücut kokusunun farklı olduğu ve bu farklılığın bağışıklık sisteminde görev yapan belirli genler ile ilişkili olduğu uzun zamandır biliniyor. Gerek kadın ve erkeğin vücut kokuları, gerekse bu kokuları çekici veya itici bulma konusundaki tercihler kişiden kişiye değişmektedir ve bu seçicilik de tamamıyla genlerimizin kontrolündedir.

Parfüm kokularındaki kalıcı tercihler için de aynı şeyleri söyleyebiliriz. Genlerimiz bilinçli olarak parfüm içeriğindeki bileşenleri bizzat seçerek bize doğru tercihi yaptırır. Bizim farkına varamadığımız ama genlerimizin bilinçli olarak yaptığı bu parfüm tercihi vücut kokumuzu daha çekici hale getirir. Parfüm konusunda yapılan yanlış bir tercih ise vücudumuzun gerçek kokusunu maskeleyebilir. Bu yüzden hediye edilen bir parfüm her zaman doğru seçilmiş bir hediye olmayabilir.

Ter kokusunun kadınlar üzerine etkisi

Stirling Üniversitesi' nin yapmış olduğu ilginç bir araştırma, erkeğin vücut kokusunun kadın üzerinde oldukça güçlü ve uzun süre değişmeden sabit kaldığını gösteriyor. Araştırmanın yazarı Craig Roberts, erkek terinin bu etkisinin diğer çevresel etkilerden çok daha baskın olduğunu ve yaklaşık üç ay boyunca neredeyse hiç değişmeden kaldığını belirtiyor. Craig Roberts kadınların üzerinde etkili olan bu kokunun ancak hoşlanılan erkekte ya da başka bir ifade ile potansiyel partner adayı erkekte olduğunu belirtiyor.

Araştırma üç ay ara ile iki aşamada yapıldı

Birinci aşama: Deneyin birinci aşaması için 18 ile 31 yaşları arasında 92 erkeğin vücut kokularının örnekleri kullanıldı ve bunun için erkekler aynı pamuklu tişört ile iki gece uyutuldular ve daha sonra tişörtler mühürlü plastik torbalara konularak araştırmanın yapıldığı laboratuvara getirildi. Hemen belirtelim erkeklere iki gün boyunca ne deodorant, ne parfüm ne de sabun kullandırıldı. Ayrıca vücut kokusunu değiştirecek baharatlı, sarımsaklı ve aroma içeren yiyecekler verilmedi.

Laboratuvarda koku testi: Deneyin bu aşaması için 18 ile 32 yaşları arasında adet döngüsünün fertil fazında 63 heteroseksüel kadın seçildi. Her kadına altı erkeğin tişörtü koklatıldı ve her seferinde 1 ile 7 arasında bir ölçek kullanarak iki soruya yanıt vermeleri istendi:
  1. Bu koku ne kadar hoşunuza gitti?
  2. Partnerinizin bu şekilde kokmasını ister misiniz?
İkinci aşama: Yaklaşık üç ay sonra, her kadına aynı erkeklerin diğer tişörtleri koklatıldı. Gerek birinci aşamada olsun, gerekse ikinci aşamada olsun kadınların vücut kokularındaki beğeni ve tercihler oldukça kararlıydı.

Sonuç olarak bu araştırma için eş seçiminde vücut kokusunun önemli olduğunu, sosyal ve biyolojik bir işlevi yerine getirdiğini söyleyebiliriz.(8)

6. Araştırma: Kadın kokusu ve cinsel çekicilik

Bazı kadınların vücut kokuları diğerlerine göre daha çekici daha davetkârdır. Yapılan araştırmalar her kadının belirli hormon değerleri ile koktuğunu ama özellikle fazla çekici kadınlarda bu değerlerin diğerlerine göre biraz daha farklı olduğunu gösteriyor.

İsviçreli ve Alman araştırmacılar, erkeklerin farklı kadınların kokularını nasıl algıladıklarını, belirli hormonların bu algıda nasıl rol oynadığını öğrenmek için bir araştırma yaptılar. „Proceedings of the Royal Society B: Biological Sciences” dergisinde yayınlanan bu araştırmada estradiol ve progesteron adında iki cinsiyet hormonunun vücuttaki miktarının kadının cazibesinde anahtar rol oynadığını gösterdi. Buna göre bir kadının estradiol düzeyi ne kadar yüksek, progesteron düzeyi ne kadar düşük ise vücut kokusu erkekleri o kadar fazla cezbediyor. (Bu iki hormon aynı zamanda doğurganlıkta rol oynamaktadır.)

Araştırma nasıl yapıldı?

Doğurganlık döneminde 28 kadının koltukaltından alınan koku numuneleri 50'den fazla erkeğe koklatılarak çeşitli sorular soruldu. Ayrıca buna paralel olarak bazı hormon düzeylerini belirlemek amacıyla kadınlardan tükürük örnekleri de alındı.
Sonuç: Erkeklerin birleştikleri ortak nokta, kokuların hepsinin baştan çıkarıcı olduğu ama bazılarının daha fazla olduğu yönündeydi.

Kokuların etkisinin derecelendirmesi ise estradiol ve progesteron hormonlarının değerleri ile ilgiliydi. Estradiol seviyesi yüksek, progesteron seviyesi düşük olan kadınların kokusu en baştan çıkarıcı kokular olarak seçildi.

Kadında estradiol ve progesteron seviyeleri üreme sağlığı ve doğurganlığın bir sinyali olarak görülebilir. Vücudun bu davetkar kokusu karşı cinse ne kadar doğurgan olduğunun sinyalini vermek gibi oldukça anlaşılır bir evrimsel nedene dayanmaktadır. Bunun neden böyle olduğunu daha iyi anlamak için kadında Doğurganlık dönemi*, Estradiol**, Progesteron*** ne olduğuna kısaca değinerek konuyu noktalayalım. (9)
  • Doğurganlık dönemi*: Menstruasyon ilk gününden yaklaşık 14 gün sonraki yumurtanın bırakıldığı gün. Döllenmenin gerçekleşeceği 12-24 saatlik bir süreyi ifade eder.
  • Estradiol**: En etkili doğal östrojendir. Menstruasyon döngüsünün düzenlenmesinde rol oynar.
  • Progesteron***: Menstruasyon döngüsünün kontrolüne katkıda bulunan başka bir bir cinsiyet hormonudur. Hamilelikte çok önemli rol oynar, döllenmiş yumurtanın uterus’a gömülmesi için rahim astarını hazırlar. Bu yüzden, hamile kadınlarda progesteron seviyeleri özellikle yüksektir.

Koku ile ilgili hazırlanmış diğer makaleler


Mehmet Saltuerk

++++++++++++++++++++++++
Dipl. Biologe Mehmet Saltürk
The Institute for Genetics
of the University of Cologne
++++++++++++++++++++++++

Kaynaklar
  1. Odor identification as a biomarker of preclinical AD in older adults at risk
  2. A ventral glomerular deficit in Parkinson’s disease revealed by whole olfactory bulb reconstruction
  3. Smell and taste disorders
  4. Men without a sense of smell exhibit a strongly reduced number of sexual relationships, women exhibit reduced partnership security – A reanalysis of previously published data
  5. The scent of security: Odor of romantic partner alters subjective discomfort and autonomic stress responses in an adult attachment-dependent manner
  6. Sexual Dimorphism in the Human Olfactory Bulb: Females Have More Neurons and Glial Cells than Males
  7. Olfactory Dysfunction Predicts 5-Year Mortality in Older Adults
  8. Repeatability of odour preferences across time
  9. The scent of attractiveness: levels of reproductive hormones explain individual differences in women's body odour
Bu blogdaki makaleler bir başka yayın organında kaynak gösterilmeden yayınlanamaz, çoğaltılamaz ve kullanılamaz.

Alzheimerın ilk belirtileri gözlerde başlıyor

Demans hastalığı(bunama), Tau ve Beta-Amiloid adında iki proteinin beyinde birikmesi ile ortaya çıkar. Hastalıkla birlikte beyinde hücre öl...