18 Ara 2018

Kromozomal Hastalıklar: 35 yaş üstü hamilelikler neden riskli ?

Hamileliklerin birçoğu önemli bir sorun yaşanmadan sonlanırken, bazı hamileliklerde yaşa bağlı olarak ağır sorunlar yaşanabilmektedir. Özellikle 35 yaş ve üzeri hamileliklerde Down sendromu ve diğer kromozomal hastalıkların ortaya çıkma riski yükselmektedir. (Baba olma yaşı pek rol oynamamaktadır)

Kromozomların yanlış dağılması


Hamileliğin ilk gününden başlayan ve doğuma kadar süren planlanmış hücre bölünmeleri sırasında meydana gelen kopyalama hataları, yeni oluşan hücrelerde kromozomların yanlış dağılmasına sebep olur. Bu hatalar, Down sendromu (Trizomi 21), Patau sendromu (Trizomi 13), Edwards sendromu (Trizomi 18) gibi birçok kromozomal hastalığın ortaya çıkmasına sebep olabilmektedir. Şimdilik tedavisi olmayan bu hastalıkların ortaya çıkmasında en önemli risk faktörü annenin ilerleyen yaşıdır.

Hamilelik yaşına göre risk oranları
  • 20 yaşında: 1: 1500 (% 0.06)
  • 25 yaşında: 1: 1350 (% 0,075)
  • 30 yaşında: 1: 900 (% 0.11)
  • 32 yaşında: 1: 700 (% 0.14)
  • 34 yaşında: 1: 500 (% 0.2)
  • 35 yaşında: 1: 360 (% 0.27)
  • 36 yaşında: 1: 300 (% 0.33)
  • 38 yaşında: 1: 200 (% 0,5)
  • 40 yaşında: 1: 100 (% 1)
  • 42 yaşında: 1:65 (% 1,5)
  • 44 yaşında: 1:37 (% 2,7)
  • 46 yaşında: 1:21 (% 4.8)
Listede görüldüğü gibi hamilelik yaşı ilerledikçe kromozomal hastalıkların ortaya çıkma riski de artmaktadır.

Peki, ilerleyen yaş ile kromozomal hastalıkların nasıl bir ilgisi olabilir? Hamilelikte annenin yaşı neden önemlidir? Bu ve buna benzer soruların cevabı aşağıda okuyacağınız makalede yer almaktadır.
Konuya önce kromozomal hastalıkların en bilineni olan Down Sendromunun kısa bir tarihçesini anlatarak giriş yapalım ve ardından hamilelikte kromozomların anormal dağılması ile ortaya çıkan bazı kromozomal hastalıklar hakkında kısa bir ön bilgi verelim. Ve sonra esas konuya yani annenin hamilelik yaşı ile kromozomal hastalıkların arasındaki bağlantıya geçelim.

Down sendromunun kısa bir tarihçesi

Down Sendromu ilk kez 1866'da İngiliz doktor ve eczacı John Langdon-Down tarafından tanımlandı. 1959 yılında fransız bilim insani Jérôme Lejeune ilk olarak Down sendromlularda 46 kromozom yerine 47 kromozom olduğunu keşfetti. Hangi kromozomun fazla olduğu ise ancak daha sonraki yıllarda keşfedilecekti.

Yetmişli yıllarda gelindiğinde İngiliz genetikçi Lionel Penrose yaşlı kadınların genç kadınlara göre daha fazla Down sendromlu çocuk dünyaya getirdiğini tespit etti ama Down Sendromlularda hangi kromozomun bir kopyasının fazla olduğunu öğrenmek için 25 yıl daha beklemek gerekecekti...

2010 yılına gelindiğinde Rolf Jessberger önderliğinde Alman İngiliz çalışma grubu, Cohesin adında bir protein'in eksik olması durumunda kromozomların yanlış dağıldığını keşfetti. Bu keşif, ileri yaşlarda anne olanların çocuklarında neden Down Sendromu ve diğer kromozomal hastalıkların daha fazla olduğunu anlamamızı sağladı.

Hayatın başlangıcı: Döllenmenin öncesi ve sonrası

Hamilelik bir yumurta hücresinin, bir sperm hücresi tarafından döllenmesi ile başlar. Döllenme sonrası iki hücrenin çekirdeği birleşerek yeni bir hücre oluşturur ve oluşan bu yeni hücrenin çekirdeği içerisinde 23 kromozom annenin yumurtasından, 23 kromozom da babanın sperminden olmak üzere 46 kromozom bulunur. İşte bizi biz yapan tüm özellikler annemizden ve babamızdan aldığımız bu 46 kromozomda yazılıdır.

Hayatın ilk yapı taşı olan bu döllenmiş yumurtanın, yani zigotun ilk hücre bölünmesi 12 saat gibi oldukça uzun sayılabilecek bir sürede gerçekleşir. Birkaç gün içerisinde bölünmeler sonunda embriyo yaklaşık üç düzine hücreden oluşur. Bir taraftan bölünmeler ilerledikçe hücreler çoğalmaya, diğer tarafta yavaş yavaş özelleşmeye başlar. Bölünme sonucu oluşan hücre yığınlarının iç tarafındaki hücreler kısmen yavaş bölünerek embriyoyu oluştururken, dış tarafındaki hücreler oldukça hızlı bir şekilde bölünerek Yolk kesesini* oluşturur.

Döllenmeden yedi gün sonra embriyo Uterusa yerleşir ve annenin kan dolaşımı sisteminden oksijen ve besin almaya başlar. Hücre bölünmeleri uterusta da devam eder. Bölünmeler sırasında özelleşmiş hücreler, dokuları, dokular da organları oluştururlar.

Sağlıklı bir hamileliğin ilk gününde itibaren başlayan bu hücre bölünmeleri 2, 4, 8, 16, 32, 64, 128, 256, 512 şeklinde doğuma kadar devam eder ve her bölünmede, başlangıçtaki 46 kromozomun bir kopyası yeni hücrelere aktarılır.

Bazen bölünmeler sırasında meydana gelen bir kopyalama hatası yeni oluşan hücrede hatalı kromozomların oluşmasına sebep olur. Hatanın hangi kromozomda ve ne zaman olduğu önemlidir. Çünkü her kromozomal hastalığın çeşidi ve şiddeti hangi kromozomda ve ne zaman olduğuna bağlı olarak değişir.

 Bazı kromozomal hastalıklar 
  • Down sendromu (Trizomi 21): Trizomi 21 en iyi bilinen kromozom hastalıklardan biridir. Down sendromu, kromozom 21'in fazladan üçüncü bir kopyasının mevcut olmasıyla ortaya çıkar. Bir çocuğun Down sendromlu olarak doğma riski istatistiksel olarak ortalama 650-700 doğumda 1'dir. Bu risk 20 li yaşlardaki hamileliklerde oldukça düşük iken, ilerleyen yaşlarda, özellikle de 35 yaş üzeri hamileliklerde yükselmektedir.
  • Edwards sendromu (Trizomi 18): Kromozom 18'in fazladan üçüncü bir kopyasının mevcut olmasıyla ortaya çıkar. Edwards Sendromlu hamilelikler genellikle yüksek oranda düşükle sonuçlanır. Eğer düşük olmaz ve doğum gerçekleşir ise çocuk ciddi malformasyonlar ile dünyaya gelir ve pek uzun yaşayamaz. Edwards Sendromu yaklaşık 5,000 doğumda 1 görülür.
  • Patau sendromu (Trizomi 13): Kromozom 13'in fazladan üçüncü bir kopyasının mevcut olmasıyla ortaya çıkar. Hamilelikler çok yüksek oranda düşükle sonlanır. Trizomi 13 ile doğan çocuklar çok ciddi konjenital kalp hastalıkları ve diğer hastalıklardan muzdariptirler. Çocuklar doğumdan sonraki birkaç ay içerisinde hayatlarını kaybederler. Pätau sendromu, yaklaşık 16,000 doğumda 1 görülür.
  • Cinsiyet kromozomlarındaki hatalar: Cinsiyet kromozomlarının dağılımında da bazen hatalar olabilmektedir. Hatalar kromozomun bir parçasının kaybolması veya fazladan bir kopyasının daha olması, ya da kromozomun tamamının ortadan kalkması şeklinde ortaya çıkar. XXX sendromu, XYY sendromu, XXY Sendromu (Klinefelter sendromu) ve Monozomi X (X0 = Turner sendromu) cinsiyet kromozomlarında meydana gelen rahatsızlıklara örnek teşkil etmektedir. Bu bozuklukların şiddeti farklı olmakla birlikte genellikle fiziksel veya psikolojik rahatsızlıklar şeklinde kendini gösterir.
Not: Down sendromu (Trizomi 21), Patau sendromu (Trizomi 13), Edwards sendromu (Trizomi 18) hakkında daha önce hazırlanmış detaylı makaleye buradan ulaşabilirsiniz.(link1) ve ayrıca Angelman Sendromu, Prader-Willi Sendromu hakkında hazırlanmış diğer makaleye de buradan ulaşabilirsiniz.(link2) 

İlerleyen yaş ile kromozomal hastalıkların ilişkisi 

35 yaş üzeri hamileliklerde daha sık görülen kromozomal hastalıkların ilerleyen yaş ile nasıl bir ilgisi olabilir? Kromozomların yanlış dağılımı sonucu ortaya çıkan bu hastalıklara neden ilerleri yaşlarda yapılan doğumlarda daha sık rastlanıyor? Bu sorulara Alman-İngiliz araştırma grubunun yaptığı bir araştırma ile cevap arandı ve Cohesin adında bir Bağ proteinin yaşa bağlı olarak bozulmasından kaynaklandığı bulundu.

Cohesin görevi nedir?

Cohesin, kromozomların üç boyutlu yapısını koruyan bir protein kompleksidir. Cohesin, her ne kadar kromozomların üç boyutlu yapısını korusa da, bu özelliği döllenmeden sonraki bölünmelerde Separaz enzimi aracılığı ile kontrollü bir şekilde ortadan kalkar. Yani, Cohesin'in hem kromozomun yapısını bir arada tutması, hem de bölünme sırasında çözülerek kromozomların kardeş hücrelere dengeli dağılması, hücre tarafından önceden belirlenmiş bir plan dahilinde gerçekleşir. Sağlıklı doğumun olması için bu planın kusursuz işlemesi gerekir.

Eğer Cohesin'in bu yapıştırıcı özelliği hücrenin önceden belirlenmiş planı dışında kaybolursa, kromozomların üç boyutlu yapısı bozulur ki, bu durum çok tehlikeli bir sürecin başlangıcı olur. Bu süreçte kromozom parçaları yeni oluşan hücrelere kontrolsüz bir şekilde dağılarak, o hücrelerde kromozom dengesinin bozulmasına sebep olur.

İlerleyen yaşla birlikte Cohesin'in fonksiyonu bozuluyor

Konunun daha iyi anlaşılması için anne adayının bizzat kendisinin daha doğmadan önceki embriyo dönemine giderek anlatalatmaya başlayalım.
Bir kadının, ergenlik yaşına geldiğinde her ay düzenli olarak bırakacağı yumurtalar, daha o kadın doğmadan önce, yani anne karnındayken yumurtalıkları içerisinde öncü yumurta hücreleri olarak bulunur.

Doğumdan sonra yumurtaya dönüşecek olan bu hücrelerin her birinin içerisindeki 23 adet kromozom bulunur ve her kromozom iki adet kromatin adı verilen DNA yumağından oluşur. Eğer kromozomun yapısını "X" harfi gibi düşünecek olursak X'in kolları kromatin'e karşılık gelmektedir ve kolların birleşme noktasına sentromer denmektedir. İşte iki kolu birbirine yapışık vaziyette tutan ve kromozomun dağılmadan bir arada kalmasını sağlayan sentromerde bulunan Cohesin'dir.

Kız çocuğu ergenlik çağına geldiğinde, yumurtalıklarındaki hücreler de gelişimini tamamlayarak döllenmeye hazır hale gelir. Anne adayının yaşı ilerledikçe kromozomları birbirine bağlayan Cohesin yavaş yavaş gücünü kaybetmeye, ya da başka bir ifade ile parçalanmaya başlar. Cohesin protein'in yapıştırıcı gücünün kaybolması yukarıda bahsedildiği gibi kromozomların üç boyutlu yapısının bozulmasına ve bozulan parçaların yeni oluşan hücrelere dengesiz bir şekilde dağılmasına ve buna bağlı olarak da kromozomal hastalıkların ortaya çıkmasına sebep olur.

Sonuç

Down sendromu gibi kromozomal hastalıklar, yumurta döllendikten sonra hücre bölünmeleri sırasında kromozomların hatalı dağılmasından kaynaklanmaktadır. Bunun en önemli sebebi annenin ilerleyen hamilelik yaşı ve buna bağlı olarak Cohesin adındaki proteinin bozulmasıdır.
-  -  -
Yolk kesesi*: Hamileliğin üçüncü haftasında oluşan fetüsün boşaltım ve diğer işlevlerini 3 ay boyunca yerine getirecek olan bir endoblastomik balondur.
Benzer konuda hazırlanmış diğer makaleler


Mehmet Saltuerk

++++++++++++++++++++++++
Dipl. Biologe Mehmet Saltürk
The Institute for Genetics
of the University of Cologne
++++++++++++++++++++++++

Kaynaklar
  1. Oocyte cohesin expression restricted to predictyate stages provides full fertility and prevents aneuploidy.
  2. Deterioration without replenishment--the misery of oocyte cohesin
  3. Age-related meiotic segregation errors in mammalian oocytes are preceded by depletion of cohesinand Sgo2.
  4. Cohesin in oocytes-tough enough for Mammalian meiosis?
  5. Sororin Mediates Sister Chromatid Cohesion by Antagonizing Wapl
  6. Chromosome Segregation in Budding Yeast: Sister Chromatid Cohesion and Related Mechanisms
Bu blogdaki makaleler bir başka yayın organında kaynak gösterilmeden yayınlanamaz, çoğaltılamaz ve kullanılamaz.

3 Ara 2018

Hayatımıza yön veren koku

Koku duyusu, hiç kuşkusuz beş duyudan en ilginç olanıdır. Yiyeceklerin seçiminden, tehlikelere karşı uyarmaya, eş seçiminden, cinsel aktiviteyi ayarlamaya, partnerimizi yatıştırmadan, cinsel çekicilik veya iticiliğe kadar hayatımızda birçok konuda etkin rol oynar.Aşağıda kokuyla ilgili yapılmış 6 ilginç araştırma yer almaktadır.

Araştırmanın ayrıntılarına girmeden önce koku ile ilgili ilginç bazı konulara değinelim ve ardında araştırmaların ayrıntılarına geçelim.

Sadece koklamak değil daha ötesi de var

Koku, beş duyu içerisinde en dolaysız olanıdır. Çünkü görsel, işitsel ve dokunsal duyular önce beynin serebral korteksine gelerek orada işlenmesi gerekirken, koku duyusu direkt olarak beyindeki duyguların işlendiği limbik sistem üzerine gelir ve burada değerlendirilir. Yani, koku hariç diğer bütün duyular serebral kortekse bir sinyal göndererek beynin geri kalan kısımlarına bağlanmak için izin isterken koku için böyle bir şey söz konusu değildir. Koku sinyalleri serebral kortekse uğramadan direk beyindeki nihai varış noktasına ulaşırlar. Örneğin bir odaya veya bilinmeyen bir yere girdiğimizde pek farkına varmasakta bize ortam hakkında olumlu veya olumsuz ilk izlenimi veren gözden ve kulaktan önce koku duyusudur.
  • Kadın ve erkekte farklılık
Koku duyusu genel olarak kadınlarda erkeklere göre daha fazla gelişmiştir. Kadınlar düşük dozda kokuları algılayabilir, bireysel kokuları da daha iyi tanımlayabilirler (Not:Aşağıda bunun neden böyle olduğu konusunda açıklama yer almaktadır.)
Ayrıca erkeklerin cinsel partner seçiminde vücut kokusunun dış görünümden daha önce yer aldığı yapılan araştırmalar arasında bulunmaktadır...
  • Koku duyusu son nefese kadar çalışır
Koku sinir hücreleri, diğer sinir hücrelerinde olmayan çok farklı bir özelliğe sahiptirler. Koku sinir hücrelerini eşsiz yapan bu özellik, kendilerini sürekli yeniliyor olmasıdır. Diğer duyu organlarındaki sinir hücreleri öldüğü veya hasar gördüğünde kendilerini yenileyemezler. Koku sinir hücrelerini bu kendini yenileme özelliği, ölene kadar koku almamızı sağlar. Yani, koku duyusu için, „Ölmekte olan insanı en son terk eden duyudur“ desek yanlış olmaz. Not: Alzheimer, Parkinson, Multipl skleroz, Prion gibi nörodejeneratif hastalıkların tedavisinin olmaması sinir hücrelerinin kendini yenileyememesinden kaynaklanmaktadır.
  • Roman ve filimlere ilham kaynağı olan koku
Koku duyusu öyle gizemli öyle ilginç bir duyu ki, birçok filme ve romana ilham kaynağı olmuştur. Örneğin, Patrick Süskind'in "Das Parfüm" adlı romanının sinemaya uyarlaması olan „Koku: Bir Katilin Hikayesi“ adlı filminde sıradışı bir buruna sahip katilin parfüm endüstrisinde çalışırken hayal ettiği kokuyu üretebilmek için işlediği cinayetleri anlatır.

Yine başka bir örnekte fransız yazar Marcel Proust'un "Kayıp Zamanın İzinde" adlı romanında bir parça bisküviyi çayın içine daldıran bir adamın aldığı koku ile bilinçaltının derinliklerindeki anılara yaptığı yolculuğu anlatır. İşte bu yüzden kokuların bizi uzun yıllar önce unutulmuş hatıralara götürmesine Marcel Proust'un romanından esinlenilerek „Proust Etkisi“ denilmiştir.
  • Koku duyusu kaybı (Anosmi)
Anosmi, koku duyusunun geçici veya kalıcı olarak kaybolmasıdır. Kendiliğinden oluşabileceği gibi bazı sorunlara bağlı olarak da ortaya çıkabilir. Ayrıca seyrekte olsa doğumla birlikte(konjenital anosmi) ortaya çıkan anosmi vakaları da vardır.
  • Koku kaybı ciddi sağlık sorunlarının habercisi olabilir
Geçmiş yıllarda yapılan araştırmalarda hasarlı koku duyusunun Alzheimer ve Parkinson gibi nörodejeneratif hastalıkların habercisi olduğu konusunda ipuçlarına ulaşıldı. Hasarlı koku duyusunun yemeklerin tadını almayı olumsuz etkilediğini gösteren araştırmalar da bulunmaktadır (1)(2)(3).

Doğuştan koku kaybı ile küçük penis ve küçük testis arasındaki ilişki olduğuna dair bulgular da yapılan bu araştırmalar arasında yer almaktadır. Bu ilginç araştırmaya buradan ulaşabilirsiniz.(ayrıntı için tıkla) 
  • Koku bozukluğunun sınıflandırılması
Sınıflandırma temel olarak hasta öyküsü ve psikofizik muayene sonuçlarına göre yapılır. Tartışmalı olsa da, koku alma bozukluklarını nicel ve nitel bozukluklar olarak iki sınıfa ayırmak yanlış olmaz.
a) Nicel koku bozukluğu
  1. Koku uyaranlarına duyarlılık azalır (hiposmiye)
  2. Belirli bir kokuya karşı kısıtlama veya hassasiyet kaybı (kısmi anosmi)
  3. Koku duyusunun oldukça fazla derecede kısıtlanması (işlevsel anosmia)
  4. Koku duyusunun tamamen kaybolması (komple anosmia)
  5. Kokulara karşı aşırı duyarlılık (hiperosmi)
  6. Belirli kokulara karşı duyarlılık artışı (olfaktorische Intoleranz)
b) Kalitatif koku bozukluğu
  1. Koku uyaranlarının değişmiş algısı (parosmia)
  2. Koku uyaranı olmadan koku algısı (phantosmia)
  3. Güçlü duygusal değişimlerin neden olduğu koku algısının yeniden yorumlanması (psikiyatrik hastalıklar ile bağlantılı bir durum)

***

1. Araştırma: Koku duyusu kaybı cinsel aktiviteyi etkiliyor

Yapılan birçok araştırma koku hissinden tamamen yoksun kişilerde davranışsal özelliklerin normal insanlardan farklı olduğunu, bu kişilerde genel olarak özgüven eksikliği, depresif bozuklukların sık görüldüğünü gösteriyor.

Alman araştırmacıların yaptığı başka bir araştırmada ise koku duyusu eksikliğinin erkek ve kadınlarda farklı etkilere sahip olduğunu gösteriyor. Araştırma, Konjenital anosmiye (doğumsal anosmi) sahip erkeklerin sağlıklı erkeklere göre daha az cinsel ilişkiye girdiklerini, kadınların ise partnerleri ile olan ilişkilerde kendilerini daha güvensiz hissettiklerini gösteriyor.

Araştırma nasıl yapıldı?

Araştırma, 18 -50 yaşları arası doğuştan anosmi rahatsızlığı bulunan 30 kadın ve erkek ile 36 sağlıklı kişiden oluşan bir denek grubuna soru-cevap şeklinde yapıldı.
Sonuçlar başlıklar halinde şöyle:
  • Koku alamayan hem erkek, hem de kadınlarda genel sosyal davranışlardaki tedirginlik ve belirsizlik aşağı yukarı eşit seviyede. (Bunun muhtemel nedeni, deneklerin kendi ve karşı tarafın vücut kokusuyla ilgili bir bilgi sahibi olmamaları olabilir !)
  • Cinsel yaşam ve partner ile ilişki kalitesi konusunda kadın ve erkek arasında belirgin farklılıklar var. Anosmi olan erkeklerde cinsel ilişki sayısı sağlıklı erkeklere göre ortalama beş kat daha az. Anosmi olan kadınlar ile normal kadınlar arasında cinsel ilişki sayısında bir farklılık görülmedi.
  • Anosmi olan erkekler partner bulma konusunda daha isteksizler. Ancak cinsel isteklerinin eksik olup olmadığı sorulmadı.
  • Anosmi olan kadınlar eşe bağlılık konusunda daha güvensizler. Ancak anne ve yakın dostluklarda ilişkilerin normal olduğu tespit edildi.
  • Gerek sağlıklı gerekse anosmili erkeklerde koku duyusu ile partnere bağlılık arasında anlamlı istatistiksel bir ilişki bulunamadı.
  • Sağlıklı kadınlarda cinsel ilişkinin kalitesi için partnerin vücut kokusunun önemli olduğu tespit edildi. (4)
2. Araştırma: Vücut kokusunun kadınlar üzerinde yatıştırıcı etkisi

Journal Journal of Physiology & Behavior dergisinde yayınlanan bu makalede, istikrarlı bir ilişkide erkeğin kokusunun kadına güven ve rahatlık duygusu verdiğini gösteriyor.
İsveçli 34 heteroseksüel kadından oluşan küçük bir grup ile yapılan bu araştırma, güvenli ilişkilerde erkeğin vücut kokusunun kadınlar üzerinde ölçülebilir bir oranda stres azalttığı ve sakinleştirici bir etkiye sahip olduğunu gösteriyor

Araştırma nasıl yapıldı

Deneye katılan kadınlara önce partnerlerine güvenip güvenmediklerini 1'den 7'ye kadar olan bir ölçekte derecelendirmeleri istendi.
Daha sonra kadınlara iki dakika boyunca fiziksel stres tetikleyici küçük voltajlı kısa süreli beş elekrik akımı verildi. Kadınlara bir taraftan elektrik akımı verilirken aynı zamanda partnerlerinin üç gün boyunca giydiği dört farklı yünlü tişört koklatıldı. Güvenli ilişkisi olan kadınlar, partnerlerinin kokusunu aldığında elektrik akımının tahrişini daha az hissettiklerini bildirdiler. Cilte yapılan fiziksel stres direnç ölçümlerinin de kadınların beyanı ile örtüştüğü görüldü. Sonuç olarak, erkek vücudunun yaydığı kokunun sosyal bağlar kurmada ve stresi bloke etmede etkili olduğu söylenebilir!. (5)

Not: Kadın vücut kokusunun erkek üzerinde stres giderici bir etkisinin olup olmadığı henüz araştırılmdı.

3. Araştırma: Kadınların koku duyusu erkelerden daha iyi

Yukarıda da kısaca belirtildiği gibi bireysel kokuları tanımlama ve belirli bir kokuyu hatırlama konusunda kadın burnu erkeğinkine göre daha hassastır. Bu hassasiyetin sebebi şimdilik pek iyi bilinmese de beyindeki Koku soğanında bulunan nöronların kadınlarda yüzde 50 daha fazla olmasından kaynaklandığı düşünülüyor. Gerçi Koku soğanında fazla sinir hücresinin bulunması kokunun daha iyi algılanması anlamına gelmiyor, aksine kokunun daha iyi algılanması sinir hücrelerinin bağlantı noktaları sinaps sayısı ile alakalı bir durum. Muhtemelen fazla sinir sayısı ile sinaps sayısı arasında bir paralellik var. Konunun açıklığa kavuşabilmesi için kadınların koku soğanındaki sinaps sayısının araştırılmaya ihtiyacı var.

Araştırma nasıl yapıldı?

55 ve 94 yaşları arasında ölmüş olan 10 kadın ile 7 erkeğin beyinlerindeki koku soğanında bulunan glial nöronlar özel bir teknik kullanılarak çıkarıldı. Erkek ve kadındaki koku soğanlarının ağırlığı hemen hemen aynı olmasına rağmen hücre sayısında şaşırtıcı derecede büyük farklılıklar olduğu görüldü. Yapılan detaylı sayımlarda hücre sayısının kadınlarda erkeklere göre yüzde 43, nöronların sayısının ise yüzde 49 daha yüksek olduğu tespit edildi.

Yukarıda belirtildiği gibi hücre yoğunluğu bir dokunun fonksiyonunun daha iyi olduğu anlamına gelmiyor ama yine de kadınların daha iyi koku almasının altındaki sebebin bu olduğu düşünülüyor. Eğer yapılacak başka bir araştırma ile kadınlardaki sinaps sayısının, daha yüksek olduğu tespit edilirse, çıkan bu sonuçlar daha açık bir şekilde yorumlanacak. Çünkü sinaps sayısı ile fonksiyon arasında doğru orantı olduğu biliniyor.

Soru şu. Evrim neden kadınlara daha iyi bir koku duyusuna verdi? Cevap biraz spekülatif; İyi bir burun çocukların hayatta kalma şansını yükseltiyor olabilir...(6)

4. Araştırma: Kötü koku alma ile ölüme yakınlık arasındaki ilişki

Yaşlılarda zihinsel ve bedensel zayıflığın derecesi geri kalan ömürün süresi hakkında aşağı yukarı bir ipucu veriyor. Yapılan araştırmalar yaşlılarda geri kalan ömrün süresi hakkında koku duyusunun azalmasının da bir ipucu verdiğini gösteriyor. Buna göre, yaşlılıkta koklama yeteneğinin azalması, gelecek beş yıl içerisinde ölme olasılığının yükseldiği anlamına geliyor. Hatta araştırmacılar bu konuda oldukça iddialı ifadeler ile şöyle diyor: „Beş seçilmiş kokuyu tanıyamayanlar, genel sağlık durumlarına bakılmaksızın, beş yıl içinde ölme riski dört kat artmaktadır.“

Araştırma nasıl yapıldı?

Çalışma, 57 ila 85 yaşları arasında yaklaşık 3.000 erkek ve kadınla yapıldı. 2005/06 yıllarında yapılan bu araştırmada katılımcılara koku alma konusundaki hassasiyetleri tüm ayrıntıları ile soruldu ve koku duyuları mürekkebi çıkarılmış keçeli kalemler içerisine konan Nane, Balık, Portakal, Gül ve Deri kokuları ile test edildi.

Değerlendirmeler yaş, cinsiyet, eğitim düzeyi, genel sağlık, beslenme, tütün ve alkol tüketimi gibi faktörleri göz önünde bulundurularak yapıldı. Tahmin edildiği gibi yaş ilerledikçe koku duyusunun zayıfladığı tespit edildi.

Testin laboratuvar aşaması sonuçlandıktan sonra yapılan uzun süreli takipler sonunda koku alma bozukluğu olan katılımcıların, normal koku alan katılımcılara göre 5 yıl içerisinde ölme oranı 3 ile 4 kat daha fazla olduğu tesbit edildi.

Araştırdan ortaya çıkan başlıca sonuçlar
  • Tüm kadın ve erkeklerin yüzde 78'i normal bir koku performansına karşılık gelen dört veya beş kokuyu tanıdılar.
  • 57 yaşındakilerin üçte ikisi, beş kokunun tümünü tanıdılar.
  • 85 yaşındakiler, kokuların sadece dörtte birini tanıdılar
  • Katılımcıların yüzde 3,5'i ya bir, ya da hiçbir kokuyu tanıyamadılar.
  • Araştırma bittikten beş yıl sonra 430 kişinin öldüğü, ölenlerin % 39’nun kötü koku alan, %10’nun normal koku alan gruptan olduğu tespit edildi.
Bu araştırmadan ortaya çıkan anafikir şu: Eğer yaşlılıkta koku alma bozukluğu başlamışsa, bu 5 yıl içerisinde kalp yetmezliği, akciğer yetmezliği ve kanser gibi hastalıklardan ölümlerin olabileceğine bir işaret olabilir !!!

Zayıf koku duyusu neden ömrü kısaltıyor

Koku kaybı ile yaşam süresinin kısalması arasında nasıl bir ilgi olduğu şimdilik bilinmiyor. Ama bildiğimiz bir şey var o da kötü bir koku duyusu havadaki toksinlerin, virüslerin ve zararlı diğer ince partiküllerin ayırdına varamaz ve dolayısıyla kişiyi zararlı dış etkilerden zamanında haberdar edemez. Muhtemelen bu zararlılar merkezi sinir sisteminde birikerek bağışıklık sisteminin zayıflamasına ve vücut fonksiyonların hasara uğramasına sebep oluyor olabilir!!! (7)

5. Araştırma: Eş seçiminde burnunuza güvenebilirsiniz

Her insanın vücut kokusunun farklı olduğu ve bu farklılığın bağışıklık sisteminde görev yapan belirli genler ile ilişkili olduğu uzun zamandır biliniyor. Gerek kadın ve erkeğin vücut kokuları, gerekse bu kokuları çekici veya itici bulma konusundaki tercihler kişiden kişiye değişmektedir ve bu seçicilik de tamamıyla genlerimizin kontrolündedir.

Parfüm kokularındaki kalıcı tercihler için de aynı şeyleri söyleyebiliriz. Genlerimiz bilinçli olarak parfüm içeriğindeki bileşenleri bizzat seçerek bize doğru tercihi yaptırır. Bizim farkına varamadığımız ama genlerimizin bilinçli olarak yaptığı bu parfüm tercihi vücut kokumuzu daha çekici hale getirir. Parfüm konusunda yapılan yanlış bir tercih ise vücudumuzun gerçek kokusunu maskeleyebilir. Bu yüzden hediye edilen bir parfüm her zaman doğru seçilmiş bir hediye olmayabilir.

Ter kokusunun kadınlar üzerine etkisi

Stirling Üniversitesi' nin yapmış olduğu ilginç bir araştırma, erkeğin vücut kokusunun kadın üzerinde oldukça güçlü ve uzun süre değişmeden sabit kaldığını gösteriyor. Araştırmanın yazarı Craig Roberts, erkek terinin bu etkisinin diğer çevresel etkilerden çok daha baskın olduğunu ve yaklaşık üç ay boyunca neredeyse hiç değişmeden kaldığını belirtiyor. Craig Roberts kadınların üzerinde etkili olan bu kokunun ancak hoşlanılan erkekte ya da başka bir ifade ile potansiyel partner adayı erkekte olduğunu belirtiyor.

Araştırma üç ay ara ile iki aşamada yapıldı

Birinci aşama: Deneyin birinci aşaması için 18 ile 31 yaşları arasında 92 erkeğin vücut kokularının örnekleri kullanıldı ve bunun için erkekler aynı pamuklu tişört ile iki gece uyutuldular ve daha sonra tişörtler mühürlü plastik torbalara konularak araştırmanın yapıldığı laboratuvara getirildi. Hemen belirtelim erkeklere iki gün boyunca ne deodorant, ne parfüm ne de sabun kullandırıldı. Ayrıca vücut kokusunu değiştirecek baharatlı, sarımsaklı ve aroma içeren yiyecekler verilmedi.

Laboratuvarda koku testi: Deneyin bu aşaması için 18 ile 32 yaşları arasında adet döngüsünün fertil fazında 63 heteroseksüel kadın seçildi. Her kadına altı erkeğin tişörtü koklatıldı ve her seferinde 1 ile 7 arasında bir ölçek kullanarak iki soruya yanıt vermeleri istendi:
  1. Bu koku ne kadar hoşunuza gitti?
  2. Partnerinizin bu şekilde kokmasını ister misiniz?
İkinci aşama: Yaklaşık üç ay sonra, her kadına aynı erkeklerin diğer tişörtleri koklatıldı. Gerek birinci aşamada olsun, gerekse ikinci aşamada olsun kadınların vücut kokularındaki beğeni ve tercihler oldukça kararlıydı.

Sonuç olarak bu araştırma için eş seçiminde vücut kokusunun önemli olduğunu, sosyal ve biyolojik bir işlevi yerine getirdiğini söyleyebiliriz.(8)

6. Araştırma: Kadın kokusu ve cinsel çekicilik

Bazı kadınların vücut kokuları diğerlerine göre daha çekici daha davetkârdır. Yapılan araştırmalar her kadının belirli hormon değerleri ile koktuğunu ama özellikle fazla çekici kadınlarda bu değerlerin diğerlerine göre biraz daha farklı olduğunu gösteriyor.

İsviçreli ve Alman araştırmacılar, erkeklerin farklı kadınların kokularını nasıl algıladıklarını, belirli hormonların bu algıda nasıl rol oynadığını öğrenmek için bir araştırma yaptılar. „Proceedings of the Royal Society B: Biological Sciences” dergisinde yayınlanan bu araştırmada estradiol ve progesteron adında iki cinsiyet hormonunun vücuttaki miktarının kadının cazibesinde anahtar rol oynadığını gösterdi. Buna göre bir kadının estradiol düzeyi ne kadar yüksek, progesteron düzeyi ne kadar düşük ise vücut kokusu erkekleri o kadar fazla cezbediyor. (Bu iki hormon aynı zamanda doğurganlıkta rol oynamaktadır.)

Araştırma nasıl yapıldı?

Doğurganlık döneminde 28 kadının koltukaltından alınan koku numuneleri 50'den fazla erkeğe koklatılarak çeşitli sorular soruldu. Ayrıca buna paralel olarak bazı hormon düzeylerini belirlemek amacıyla kadınlardan tükürük örnekleri de alındı.
Sonuç: Erkeklerin birleştikleri ortak nokta, kokuların hepsinin baştan çıkarıcı olduğu ama bazılarının daha fazla olduğu yönündeydi.

Kokuların etkisinin derecelendirmesi ise estradiol ve progesteron hormonlarının değerleri ile ilgiliydi. Estradiol seviyesi yüksek, progesteron seviyesi düşük olan kadınların kokusu en baştan çıkarıcı kokular olarak seçildi.

Kadında estradiol ve progesteron seviyeleri üreme sağlığı ve doğurganlığın bir sinyali olarak görülebilir. Vücudun bu davetkar kokusu karşı cinse ne kadar doğurgan olduğunun sinyalini vermek gibi oldukça anlaşılır bir evrimsel nedene dayanmaktadır. Bunun neden böyle olduğunu daha iyi anlamak için kadında Doğurganlık dönemi*, Estradiol**, Progesteron*** ne olduğuna kısaca değinerek konuyu noktalayalım. (9)
  • Doğurganlık dönemi*: Menstruasyon ilk gününden yaklaşık 14 gün sonraki yumurtanın bırakıldığı gün. Döllenmenin gerçekleşeceği 12-24 saatlik bir süreyi ifade eder.
  • Estradiol**: En etkili doğal östrojendir. Menstruasyon döngüsünün düzenlenmesinde rol oynar.
  • Progesteron***: Menstruasyon döngüsünün kontrolüne katkıda bulunan başka bir bir cinsiyet hormonudur. Hamilelikte çok önemli rol oynar, döllenmiş yumurtanın uterus’a gömülmesi için rahim astarını hazırlar. Bu yüzden, hamile kadınlarda progesteron seviyeleri özellikle yüksektir.

Koku ile ilgili hazırlanmış diğer makaleler


Mehmet Saltuerk

++++++++++++++++++++++++
Dipl. Biologe Mehmet Saltürk
The Institute for Genetics
of the University of Cologne
++++++++++++++++++++++++

Kaynaklar
  1. Odor identification as a biomarker of preclinical AD in older adults at risk
  2. A ventral glomerular deficit in Parkinson’s disease revealed by whole olfactory bulb reconstruction
  3. Smell and taste disorders
  4. Men without a sense of smell exhibit a strongly reduced number of sexual relationships, women exhibit reduced partnership security – A reanalysis of previously published data
  5. The scent of security: Odor of romantic partner alters subjective discomfort and autonomic stress responses in an adult attachment-dependent manner
  6. Sexual Dimorphism in the Human Olfactory Bulb: Females Have More Neurons and Glial Cells than Males
  7. Olfactory Dysfunction Predicts 5-Year Mortality in Older Adults
  8. Repeatability of odour preferences across time
  9. The scent of attractiveness: levels of reproductive hormones explain individual differences in women's body odour
Bu blogdaki makaleler bir başka yayın organında kaynak gösterilmeden yayınlanamaz, çoğaltılamaz ve kullanılamaz.

6 Kas 2018

Ekmekte akrilamid tehlikesi

Konunun başlığını Ekmekte akrilamid tehlikesi olarak verdik ama akrilamid sadece yediğimiz ekmekte değil karbonhidrat içeren birçok gıdada bulunuyor. Bu yüzden bu makalede ekmek dışında diğer gıdalardaki tehlikeye de değineceğiz. Ama önce akrilamid nedir ve gıdalarda nasıl oluştuğu konusunda kısa bir ön bilgi vermemiz gerekiyor.

Akriamid nedir

Akrilamid, saf halde su, etanol ve eterde çözünebilen beyaz, kokusuz, toksik ve kanserojen bir maddedir. Akrilamid endüstride çeşitli kimyasal ajanlar kullanılarak üretilir ve kozmetikten atık su arıtmaya, plastik üretiminden cevher işlemeye kadar pek çok alanda yaygın olarak kullanılır. Bunların dışında moleküler biyoloji ve genetik laboratuvarlarında DNA temizlemede de kullanılır.

Akrilamid gıdalara nasıl giriyor? 

Gıdalarda akrilamidin varlığı ilk olarak Nisan 2002'de İsveçli bilim insanları tarafından keşfedildi ve bilimsel bir makale ile dünyaya duyuruldu (1). Ancak gıdalardaki akrilamidi en aza indirgemek kolay değil, çünkü akrilamid herhangi bir kimyasal gibi gıdalara dışarıdan insan eliyle eklenmiyor, aksine gıdaların hazırlaması esnasında kimyasal bir tepkimenin sonucu olarak kendiliğinden ortaya çıkıyor. İşin kötüsü akrilamid bu gıdalara güzel bir bronzluk, iştah kabartan güzel bir koku ve lezzet de veriyor. Yani yüksek sıcaklık sonucu oluşan bu ölümcül reaksiyon bize birbirinden lezzetli zehirler sunuyor.

Konuyu biraz açalım: Ekmek, patates, kahve gibi gıdalarda şeker ve asparajin* bulunur. Eğer bu gıdalar yüksek sıcaklıkta pişirilirse, şeker asparajin tarafında akrilamide dönüştürülür. Yani asparajin için „Gıdalar içerisinde bulunan öncü akrilamidtir“ diyebiliriz.
(Asparajin*: Proteinlerin yapı taşı olan 20 amino asitten biridir. Merkezi sinir sisteminin düzenli çalısmasını sağlar, yokluğu sinir ve asabiyet oluşumunu tetikler. Özellikle patates ve tahıllarda bol miktarda bulunur.)

Not: Yüksek ısıda pişirilen patates kızartması, cips ve kavrulmuş kahvede de yüksek miktarda akrilamid bulunduğu şimdiye kadar yapılan birçok araştırma ile birçok kez teyid edildi.

Hububatta akrilamid tehlikesi

Almanya'nın Baden-Württemberg eyaletinde buğday ekili üç alandan alınan 15 hububat çeşidi ile bu hububatlardan yapılan 150 ekmek çeşiti ve unlu mamülde asparajin nin ne oranda bulunduğu araştırıldı.

Sonuçlar şaşırtıcı: Analiz sonunda ekmeklik hububat çeşitleri arasında çok büyük farklılıklar olduğu, asparajin seviyesinin ortalama Kilogram/ Hububat-Unu başına 140 ila 850 miligram arasında değiştiği saptandı.

İri taneli buğdayda daha fazla asparajin var

Botanikteki ismi Triticum aestivum olan ekmeklik buğdayın iki yakın akrabası iri taneli Kavuzlu buğdayı (Triticum spelta) ile Gernik‘de (Triticum dicoccum) oldukça yüksek oranda asparajin olduğu tespit edildi.
Yine iri taneli başka bir buğday çeşidi olan Siyez’de de (Triticum monococcum) büyük farklılıklar kaydedildi. Siyez Unu‘nun kilogramında 550-840 miligram gibi oldukça yüksek sayılabilecek asparajin tespit edildi.

Tam tahıllı ekmekte daha fazla akrilamid var

Ekmeklerde yapılan analizlerde ise özellikle tahıllı ekmek ve kepekli ekmek başta olamak üzere pasta, bisküvi gibi her gün düzenli olarak tükettiğimiz birçok unlu mamulün içerisinde, unun çeşidine göre değişen oranlarda akrilamid olduğu tespit edildi. Gerek buğdayın cinsi gerekse buğdayın işlenme aşaması ekmekteki asparajin miktarını belirlemede önemli rol oynuyor.
Araştırmanın sonuçları, ince öğütülmüş ve beyaz undan yapılmış ekmekte en az, tam tahıllı ekmekte ise en fazla asparajin olduğunu gösteriyor. Yani şu ana kadar bildiğimiz Tam tahıllı ekmek sağlıklıdır efsanesi bir yerde geçerliliğini kaybediyor. 

Tam tahıllı ekmekte neden daha fazla akrilamid vardır?


Bu sorunun cevabını daha iyi anlayabilmek için buğdayın yapısına ve ekmeklik un çeşitlerine ve kısaca bir göz atmakta fayda var.

Un çeşitleri

Birçok mamülde olduğu gibi ekmeklik unda da belirli kriterlere göre belirlenmiş bir standart vardır. Ülkemizde kullanılan un standardı Alman standardına göre belirlenmiştir(DIN** 10355) (2). Buna göre Türkiye'de kullanılan ekmeklik un çeşitleri ; Tip 550, Tip 650, Tip 750, Tip 850 dir. (Bunların dışında Tip 1050, Tip 1200. Tip 1600 gibi çok iri taneli ekmeklik un çeşitleri de bulunmaktadır).
Buradaki numaralar 100 gr un yakıldığında elde edilen kül miktarını ifade etmektedir. Örneğin, Tip 550 undan 100 gram alınıp yakıldığında geriye 550 mg kül kalır ki, bu da 100 gram Tip 550 un içerisindeki 550 mg minaral olduğu anlamına gelmektedir. Numara arttıkça kül miktarı artarken unun rengi de beyazdan esmere dönüşür. Numara, aynı zamanda unun inceliğini de ifade eder.

(DIN**: Deutsches Institut für Normung).

Buğdayın yapısı

Gerek buğday, gerek arpa, gerekse yulaf tanesi yapı ve görev bakımından üç ana kısımdan meydana gelir.
Bunlar dıştan içe doğru şöyle sıralanmıştır:
  1. Kabuk/Kepek. (Kepekli ve tam tahıllı ekmeğin yapıldığı kısım. Esmer renktedir ve tanenin % 12’sini teşkil eder). 
Kepeğin hemen altında esmer renkte dört tabaka daha bulunmaktadır:
  • Perikarp
  • Tohum kabuğu
  • Aleurone
  • Alt Aleurone
  1. Endosperm. (Beyaz un yapılan kısım. Beyaz renktedir ve tanenin yaklaşık % 85’ini teşkil eder)
  2. Embriyo. (Bir sonraki yılda tohum olarak kullanılan kısım. Tanenin yaklaşık % 3’ünü teşkil eder) 
Asparajin nerede bulunur

Tahıldaki Asparajinin çoğu taneciğin oldukça dışında yer alan Aleurone Tabakasında bulunmaktadır. Eğer ekmeklik un Aleurone Tabakasından elde edilmişse hem unun rengi esmer olur, hem de fazla miktarda asparajin ihtiva eder.

Risk düşürülebilir

Ekmek seçiminde ve ekmek yapımında bazı şeylere dikkat ederek akrilamid oluşumunu yüzde 70'e varan oranda düşürmek mümkün. Örneğin, ekmeğin pişirilme sıcaklığının akrilamid oluşumunda belirleyici bir faktör olduğunu unutmamak gerek. Bu bağlamda gerek hububat, gerekse asparajin içeren diğer gıdaları düşük sıcaklıkta pişirerek akrilamid oluşumunu azaltabiliriz. Ayrıca yapılan araştırmalar akrilamid riskinin, pişirmeden önce de önemli ölçüde azaltılabileceğini gösteriyor. Mesela ekmeğin mayalanma süresini uzun tutularak hamur içerisinde bulunan asparajini azaltabiliriz. Bu da pişirme sırasında oluşacak akrilamid miktarının azalmasını sağlar.

Akrilamid ne kadarı zararsızdır?

Akrilamidin ne kadarının sağlık için riski oluşturduğu tam olarak bilinmiyor. Mevcut bilgiye göre, her dozun zararlı bir etkiye sahip olacağı varsayılıyor. Bu nedenle, mümkün olduğunca az alınması tavsiye ediliyor ve özellikle çocuklarda dikkatli olunması gerekiyor. Türkiyede besinlerdeki akrilamid seviyesini sınırlandıran herhangi bir yasal düzenleme yok ama AB genelinde ekmekler için tavsiye edilen bir kılavuz değer var o da 100 μg/kg dir. Bu değer beyaz ekmek için 50 μg/kg dır.
Sonuç

Buraya kadar anlatılanları özetleyecek olursak; Ekmek, patates, kahve gibi hemen hemen her gün düzenli tükettiğimiz gıda maddelerinde akrilamidin öncüsü olan asparajin bulunmaktadır. Asparajin tek başına bir tehlike değildir. Ancak yüksek sıcaklıkta toksik ve kanserojen bir madde olan akrilamide dönüşmektedir.

Tahıllı ekmekten vazgeçemeyiz



Arpa buğday, çavdar gibi tahılların dış katmanları, lifler, B grubu vitaminler, mineraller, proteinler ve daha birçok besleyici maddeyi içerir. Özellikle Aleurone tabakası tahıldaki proteinin yaklaşık % 30'ünü teşkil eden vitamin bakımından zengin bir kısımdır . Bu yüzden tam tahıllı ve kepekli ekmekten ve bu unlardan elde edilen mamullerden vazgeçemeyiz ama tam tahıllı ve kepekli ekmek yapımında, akrilamidin azaltılmasına yönelik bazı önlemler alabiliriz.

Gidalarda akrilamid oluşumunu azaltacak basit ama etkili önlemler
  • Pişirme sırasında çok yüksek ısıdan kaçınılmalı. Yüksek ısıda asparajin şekerle reaksiyona girerek akrilamid oluşturuyor. Uzmanlar patates kızartmasını 175 derecenin altında ve sadece üç ila dört dakika ile sınırlı tutmanın iyi bir çözüm olduğunu belirtiyorlar. Not: Fritözlerin sıcaklık göstergeleri çoğu zaman yanlış olduğu için sıcaklığın uzman mağazalardan alınan termometre ile kontrol edilmesi tavsiye ediliyor.
  • Kızartma yaparken fritöz 100 gramdan fazla doldurulmamalıdır.
  • İcerdiği nem nedeniyle yumuşak ve kalın patates kızartmalarında ince ve küçük olanlara göre daha az miktarda akrilamid vardır.
  • Evde hazırlanan yemeklerde gıdaların su kaybı engellenerek akrilamid oluşumu azaltılabilir. Bu yüzden fırınların sıcaklığı 200 dereceyi geçmemelidir. Eğer fırının havalandırması açık ise sıcaklık 180 derece ile sınırlandırılmalıdır. Ayrıca gıdaların içerisinde fazla nemin kaybolmasını engellemek için gıdalar büyük parçalar halinde hazırlanmalı ve mümkünse pişirme kağıdı kullanılmalıdır. Ayrıca pişirilen gıdaların üzerine mümkünse yumurta sarısı sürerek gıdaların sıvı kaybı önlenmelidir.
  • Patatesler serin ve karanlıkta saklanmalı, Kesinlikle buzdolabında saklanmamalı. Buzdolabında depolama, patateslerin içerisinde yüksek oranada şeker oluşmasına neden olur. Bu da pişirme sırasında akrilamid oluşumunu teşvik eder.
  • Çimlenmiş veya yeşil lekeli patatesler kullanılmamalıdır.
  • Gerek patates gerekse tahıl ekili alanlarda daha fazla kükürtlü gübre kullanılmalı.Kükürtlü gübre düşük akrilamid kontaminasyonuna katkıda bulunur.(3)
  • Ekmek hamuru normalden daha uzun süre mayalanmaya bırakılmalıdır. Ekmek mayası asparajini parçalayacağı için pişirme esnasında şekerin akrilamide dönüşmesi engellenir.(4)(5)(6)

Benzer konuda hazırlanmış diğer makaleler

Mehmet Saltuerk
++++++++++++++++++++++++
Dipl. Biologe Mehmet Saltürk
The Institute for Genetics
of the University of Cologne
++++++++++++++++++++++++
Kaynaklar
  1. Science Communication and the Swedish Acrylamide "Alarm"
  2. DIN 10355 Mahlerzeugnisse aus Getreide - Anforderungen, Typen und Prüfung
  3. Formation of High Levels of Acrylamide during the Processing of Flour Derived from Sulfate-Deprived Wheat
  4. Assessing the variation and genetic architecture of asparagine content in wheat: What can plant breeding contribute to a reduction in the acrylamide precursor?
  5. 1H‐NMR screening for the high‐throughput determination of genotype and environmental effects on the content of asparagine in wheat grain
  6. Consumption of whole grains and cereal fiber and total and cause-specific mortality: prospective analysis of 367,442 individuals
Bu blogdaki makaleler bir başka yayın organında kaynak gösterilmeden yayınlanamaz, çoğaltılamaz ve kullanılamaz.

17 Eki 2018

İktidarsızlığa sebep olan genetik bir mutasyon keşfedildi

İktidarsızlık, erkeklerin yaklaşık yüzde 10'una etkileyen en yaygın cinsel işlev bozukluklarından biridir. Prevalansaçısından erektil disfonksiyon yaşamın üçüncü on yılında % 2.3 iken, yaşamın yedinci on yılında % 53.4'e yükselmektedir.(1)

Erektil disfonksiyon özellikle yaşlılıkta yaygın görülen bir durumdur. Yapılan bilimsel çalışmaların verileri 60 yaşındakilerin yaklaşık yarısı, 70 yaşındakilerin yaklaşık üçte ikisinin erektil disfonksiyon dan etkilendiklerini gösteriyor. (2)

İktidarsızlığa sebep olan birçok neden bulunmaktadır. Aşağıda ön bilgi amacıyla iktidarsızlığa sebep olan fiziksel, psikoloji, nörolojik sebepler ile ereksiyon nedir, iktidarsızlık nedir gibi konulara kısaca değindikten sonra iktidarsızlık ile ilgi yeni keşfedilen genetik bir mutasyon dan bahsedilecektir.

Prevalans*: prevalans hızı veya prevalans oranı, belirli bir nüfusta, belirli bir zaman dilimi içerisinde, çalışma kapsamında yer alan, belirli bir hastalık veya hastalıklara sahip tüm olguların oranıdır.(wp)
Ereksiyon nedir
Ereksiyon, kan damarlarının, sinir sisteminin, hormonların ve kasların birbiri ile uyumlu etkileşimi sonucu ortaya çıkan karmaşık bir mucizedir. Penisin, kendiliğinden veya cinsel uyarılma yoluyla sertleşmesi anlamına gelir ve cinsel ilişkinin normal tamamlanması için bir ön şarttır. (Not: Kadın klitorisi de ereksiyon yeteneğine sahiptir)
İktidarsızlık(Erektil disfonksiyon) nedir
Bilimsel adı impotentia coeundi olan iktidarsızlık yani erektil disfonksiyon, penisin cinsel ilişkiye girecek kadar sertleşmemesi sonucu oluşan bir sağlık sorundur. Birçok vakada cinsel istek(libido) olmasına rağmen tatmin edici bir seks mümkün değildir. Bazı vakalarda boşalma zamanlaması kontrol edilemezken, bazı vakalarda boşalma hiç gerçekleşmez ki, bu son derece nadir görülen bir durumdur. 
Tanı: Üç aylık bir süre içinde denemelerin % 75'inde yetersiz ereksiyonun olması iktidarsızlık şüphesini düşündürmelidir.
İktidarsızlığın sebepleri
Dünyada milyonlarca erkeği derinden etkileyen bu rahatsızlığın sebepler arasında, ilerleyen yaş, hormonal problemler, çeşitli hastalıklar, obezite, sigara içme ve dolaşım bozuklukları gibi faktörler bulunmaktadır. Ayrıca iktidarsızlığın nedenleri fiziksel olabileceği gibi psikolojik de olabilmektedir.
Erektil disfonksiyon şikayeti olan erkeklerin yaklaşık yüzde 70'i, yaş ve fiziksel nedenlere dayanan hastalıklardan kaylanmaktadır. Bu durum özellikle 50 yaş üstü erkekler için geçerli olurken daha genç erkeklerde psikolojik nedenlerden kaynaklanan iktidarsızlık daha fazla görülmektedir.
Bazı durumlarda ise her ikisinin birleşimi ile ortaya çıkan iktidarsızlık da görülebilmektedir. Bu tür vakalar genellikle psikolojik sorunların fiziksel sınırlamaları arttırması ve buna bağlı olarak başarısızlık korkusunun ortaya çıkması ile ortaya çıkar.
Fiziksel sebepler
Erektil disfonksiyona sebep olan bir dizi hastalık bulunmaktadır. En önemlileri şunlardır.
  • Kardiyovasküler hastalıklar: Damarlarda meydana gelen tıkanıklık peniste bulunan erektil dokulara yeterli kan akışını engeller. Bu durum erektil disfonksiyonun ortaya çıkmasında rol oynayan önemli fiziksel faktörlerden biridir.
Birkaç örnek:
  1. Vasküler kalsifikasyon (ateroskleroz, arteriyoskleroz): Damarlarda kalsiyum mineralinin depo edilmesi.
  2. Koroner kalp hastalığı (CHD): Yüksek tansiyon (hipertansiyon) veya yüksek kolesterole bağlı damar tahribatı (hiperkolesterolemi).
  3. Periferik arter hastalığı (PAD): Genellikle sigara içmeden kaynaklanan damar tahribatı.
  4. Obezite
  • Diyabet (Diabetes mellitus): Diyabet iktidarsızlığın en yaygın nedenlerinden biridir. Şeker molekülleri, kan damarlarının duvarlarında tahribat yaparak erektil dokulara yeterli kan akışını sekteye uğratır.
  • Hormonal bozukluklar: Özellikle düşük testosteron seviyesi ereksiyon yeteneğini zayıflatır.(3)
  • Nörolojik Bozukluklar: Sağlıklı bir ereksiyon için beyinden penise giden sinir sisteminde sinyallerin sekteye uğramaması gerekir. Multipl skleroz, Parkinson, İnme gibi sinir hastalıkları ile bazı Tümörler sinyal iletimini bozarak penisin uyarılmasını olumsuz etkiler.
  • Omurilik hasarları: Omurilik ve disklerde meydana gelen hasarlar beyinden penise giden sinir uyarılarının iletimini olumsuz etkiler.
  • Pelvik alana cerrahi müdahaleler: Kasık veya alt karın bölgesine yapılan cerrahi müdahaleler penise giden sinirlerin zarar görmesine sebep olabilir.(4)
  • Erektil doku veya penis yaralanmaları, cinsel uyarılma ve sertleşmeyi olumsuz etkileyen başka bir faktördür.
  • Genital malformasyonlar da iktidarsızlığa sebep olabilir.
Psikolojik sebepler
Özellikle genç erkeklerde görülür.(7)
Nedenlerine birkaç örnek:
  • Depresyon
  • Stres
  • Engellemeler
  • Korkular
  • Özgüven eksikliği
  • Partner ile problemler
  • Cinsel kimlik uyuşmazlığı, örneğin, onaylanmamış bir eşcinsellik
İlaçlar
Bazı ilaçlar da erektil disfonksiyona neden olabilir.
Birkaç örnek:
  • Gastrointestinal ajanlar (örneğin, Simetidin, Ranitidin)
  • Kalp ilaçları (örn. Digitalis, propafenone, verapamil)
  • Antienflamatuar ilaçlar (örn.: Kortizon)
  • Drenaj için ilaçlar (örn.: Tiyazidler, Spironolakton)
  • Antihipertansif ilaçlar (örn.: Klonidin, dihidralazin)
  • Saç restoratör (Finasteride)
  • Depresyon ilaçları (Antidepresanlar)
  • Anksiyolitik ilaçlar, sakinleştiriciler (örn.: Fenotiazinler, Butirofenonlar, Tiyoksantenler)
  • Beta bloker (örn.: Propranolol, Atenolol)
  • Antiandrojenler (erkek seks hormonlarının etkisini engelleyen ajanlar)
***
Genetik faktör
Gerek şimdiye kadar yapılan genetik araştırmalar gerekse ikizler ile yapılan araştırmalar iktidarsızlık vakalarının yaklaşık üçte birinin genetik faktörlerden kaynaklandığını işaret ediyordu ama şimdiye kadar yapılan çalışmalarda spesifik bir iktidarsızlık genine rastlanmamıştı.
Genetik bir mutasyon keşfedildi
Kaiser Permanente Kuzey Kaliforniya/Oakland, araştırma bölümünden Jorgenson ve meslektaşları ABD yaşayan 36.649 erkeğin genetik verilerini incelediler ve daha sonra bu sonuçları 222.358 İngiliz deneğin kayıtları ile karşılaştırdılar. 
Yapılan araştırma sonunda, 6. kromozom üzerinde SIM1 genine yakın bir pozisyonda bir mutasyonun olduğu ve bunun obezite ve diğer risk faktörlerinden bağımsız olarak erektil disfonksiyon riskini yüzde 26 oranında artırdığı tespit edildi.
Konuyu biraz açalım; SIM1 geni cinsel işlevde merkezi rol oynayan sinyal yolunun bir parçası, yeni keşfedilen bu mutasyon ise doğrudan SIM1 geni üzerinde yer almıyor, yani geni meydana getiren nükleotid diziliminde bir değişikliğe sebep olmuyor. Peki, genin üzerinde yer almayan bu mutasyon nasıl oluyorda genin çalışmasını olumsuz etkileyerek ereksiyon sorununun ortaya çıkmasına sebep oluyor?
Cevap: Bu konuda yapılan ileri çalışmalar, bu mutasyonun genin çalışmasını sağlayan promotor denilen kısmını regüle ettiğini gösteriyor. (Promotorlar genlerin çalışmasını sağlayan ve adeta bir şalter gibi çalışan başka bir DNA dizilimidir. Promotor çalışmazsa veya bir şekilde hasarlı ise ilgili gen de çalışamaz.)
Yeni keşfedilen bu mutasyon SIM1 genini çalıştıran Promotor’u olumsuz etkileyerek genin düzenli çalışmasını sekteye uğratıyor.
Sonuç 
Daha iyi tedavi imkanı: Bu araştırma hiç kuşkusuz genetik kaynaklı iktidarsızlığın anlaşılmasında önemli bir mihenk taşı olacak gibi görünüyor. Zaten araştırmayı yapan Jorgenson da yaptığı açıklamada, bu keşifle birlikte genetik kaynaklı erektil disfonksiyonun tedavisinde yeni ve etkili metotların geliştirilebileceğini vurguluyor.

Meraklısına SIM1 geni (genin lokasyonu ve bilinen diğer fonkisyonları) 
SIM1 geni 6 kromozomun uzun kolunun 6q16.3 bandında yer alan 1301 nükleotid uzunluğunda bir gendir. (5) Genin düzenli çalışmaması durumunda kafatası, yüz ve beyin gelişiminde anomaliler ve bu anomaliler ile bağlantılı gelişen aşırı yeme eğilimi(hiperfaji) gelişir.
6. kromozom, DNA'nın en küçük bilgi birimi olan 171 milyon baz çiftinden(nükleotid) meydana gelmiştir ve üzerinde 1100 ile 1600 arasında gen vardır.(çalışmalar devam ettiği için kesin rakam tam belli değil) (6) SIM1 geni de bu genlerden biridir.
SIM1 geni 6. kromozom üzerinde 12 parçadan (12 Exon dan) oluşmaktadır. Bu 12 parça, kromozomun 100385015.-100464929. nükleotidleri arasında yer almaktadır. Yani SIM1 genini oluşturan 12 Exon 79914 nükleotid içerisinde dağılmış bir şekilde yer almaktadır.
İktidarsızlığa sebep olan söz konusu mutasyon ise (Mutasyo ID: rs17185536)kromozomun 100173055. nükleotidinde bulunmaktadır, bir başka ifadeyle söyleyecek olursak; mutasyon ile SIM1 geni arasında 211690 nükleotid bulunmaktadır. Söz konusu mutasyon nedeniyle kromozomun 100173055. pozisyonuna Cytosine (C) yerine Thymin(T) gelmiştir.

Mehmet Saltuerk
++++++++++++++++++++++++
Dipl. Biologe Mehmet Saltürk
The Institute for Genetics
of the University of Cologne
++++++++++++++++++++++++
Kaynaklar
  1. Epidemiology of erectile dysfunction: results of the 'Cologne Male Survey'.
  2. Impotence and its medical and psychosocial correlates: results of the Massachusetts Male Aging Study.
  3. Wer schlank bleibt, hält im Alter seinen Testosteron-Spiegel
  4. Sexual function before and after mesh repair of inguinal hernia
  5. SIM1 Gene(Protein Coding)
  6. Chromosome 6
  7. Erectile dysfunction: why drug therapy isn't always enough. 
Bu blogdaki makaleler bir başka yayın organında kaynak gösterilmeden yayınlanamaz, çoğaltılamaz ve kullanılamaz.

24 Eyl 2018

Kış depresyonu

Hemen hemen herkes yaşanan bir travma, stresli geçen bir dönem, eşten ayrılma ya da sevilen birinin ölümü gibi olaylardan sonra ruh halinin bastırıldığı, kendini kötü hissettiği bir dönem yaşamıştır.

Normal sartlarda dönemsel olan bu ruh hali bir süre sonra hafifleyerek ortadan kalkar.
Eğer bu Depresif ruh hali (keder ve üzüntü, umutsuzluk hali) uzun bir süre devam ederse kalıcı depresyona dönüşebilir.

Depresyon, hafif, orta ve şiddetli depresyona olarak sınıflandırılırken, Depresif ruh hali hafif ve orta düzeyde depresyona karşılık gelmektedir.

Depresif ruh hali nedir?

Depresif ruh hali, en az iki hafta boyunca devam eden üzüntü ve umutsuzluk gibi duyguların hakim olduğu bir ruh halidir. Depresif ruh hali özellikle güneş ışığının az olduğu sonbahar ve kış aylarında oldukça sık görülen bir durumdur. Eğer Depresif ruh hali güneş ışığının az olduğu sonbahar ve kış aylarında gerçekleşiyor ve her yıl aynı zamanda tekrarlıyorsa buna Mevsimsel depresyon ya da Kış depresyonu denir.

Aslında Mevsimsel duygu bozukluğu (Seasonal affective disorder (SAD) sadece sonbahar-kış aylarına mahsus bir rahatsızlık olmayıp diğer mevsimlerde de ortaya çıkabilmektedir. Mevsimsel değişime bağlı olarak gerçekleşen bu depresyon çeşidi genel nüfusun yüzde 4 ila 13'ünü etkiler. Özellikle kışların daha uzun ve karanlık geçtiği kuzey ülkelerinde yaşayan insanlar Mevsimsel depresyona daha çok eğilimlidirler.

Depresif ruh hali, kış depresyonunun nedenleri

Yukarıda belirtildiği gibi Depresif ruh hali farklı sebeplerden kaynaklanabilir. Kış depresyonu genellikle sonbahar ve kış aylarında güneş ışığının az olması nedeniyle beyindeki Hormonal dengenin bozulması ile ortaya çıkar.

Sebep: Kış aylarında günlerin kısalması ile vücudun gündüz-gece ritmi bozulur. Bu bozulma ile birlikte beyindeki hormonlar ve haberci maddelerin de(nörotransmitterler) dengesi bozulur. Dengenin bozulması da kış depresyonunun ortaya çıkmasına sebep olur.
Haberci maddeler (Nörotransmitterler)
Haberci maddeler(nörotransmitterler) beyinde sinyal iletiminde çok önemli rol alan organik kimyasal bileşenlerdir. Beyinde görev alan en önemli haberci maddeler Dopamin, Norepinefrin, Serotonin ve Endorfin dir. Bu maddeler bizzat vücudun kendisi tarafından üretilir ve birbirleriyle çok özel bir ilişkileri vardır. Bu ilişkinin bozulması, örneğin bir haberci maddenin yeterince üretilmemesi duygu, davranış ve algıyı olumsuz etkiler.
Bu maddelerin fonksiyonu nedir.  
  • Dopamin, norepinefrin ile birlikte vücuda hoş ve zevkli hisler verir. Dopamin düzeyinde çok küçük bir düşüş depresyonun ortaya çıkmasına yol açar.
  • Serotonin, huzur, denge ve, memnuniyet sağlar. Aynı zamanda açlık, korku, saldırganlık, keder ve endişeyi azaltır.
  • Norepinefrin, vücudu uyarır ve motive eder.
  • Endorfin, ağrı kesici özelliğe sahiptir. Endorfin seviyesinde çok küçük bir düşüş bile ağrının daha güçlü hissedilmesine sebep olur.
Bozulmuş sinaptik iletim

Bir sinir hücresi, üç kısımdan oluşur.
  1. Hücre gövdesi,
  2. Dendrit
  3. Akson
Gövdeden gelen sinirsel bir uyarı aksonlar aracılığıyla diğer sinir hücresinin gövdesinden çıkan Dendritlere iletilir. Yani bir sinir hücresinin aksonu, diğer sinir hücresinin dendritine bağlanır. Bu bağlantı noktalarına sinaps denir. Aslında bu bağlantı noktalarında iki sinir hücresi birbirine fiziksel olarak temas etmez. Başka bir ifade ile sinapslar 200 A°* genişliğinde boşluklardır. (1 A°*= Santimetrenin yüz milyonda biri)

Sinapslar sinir hücrelerinin bilgi geçiş noktalarıdır. Bir sinir hücresinden gelen elektriksel sinyaller, nörotransmitterler aracılığı ile (haberci maddeler) kimyasal sinyallere dünüştürülerek komşu kücreye ulaştırılır ve orada tekrar elektriksel sinyallere dönüştürülerek bilginin beyne ulaşması sağlanır.
Sağlıklı insanlarda sinyaller sinaptik yarık lardan bu şekilde iletilirken bazen bu mekanizma bir şekilde bozulabilir.

Sinapslar arasındaki iletim şu hallerde bozulabilir.
  • Çok az veya hiç nörotransmitterler olmaması
  • Nörotransmitterler çok hızlı bir şekilde parçalanması
  • Nörotransmitterler hedef hücreye bağlanamaması
Bu tür bozulmanın farklı nedenleri olabilir
  • Uyuşturucu bağımlığı
  • Genetik yatkınlık
  • Toksik maddeler
  • Belirli hastalıklar (örn., hipotiroidizm)
  • Alkol bağımlığı
  • İlaçlar 
Açıklama: Burada yeri gelmişken kadınlarda dönemsel olarak gelişen ve kış depresyonundan bağımsız olarak gelişen depresif ruh haline de kısaca değinelim.
Kadınlarda ortaya çıkan bu dönemsel ruh hali bozukluğu kadınlara özel bir durumdur. Bu nedenle kadınlarda görülen dönemsel ruh hali bozukluğu erkeklere göre iki kat daha fazladır. Bunu nedeni ise kadınların hayat boyunca hormon dalgalanmalara daha sık maruz kalmasındandır.
Kadınlarda genellikle aşağıdaki dönemlerde depresif duygu durumu gelişir
  • Menstrüasyon
  • Gebelik
  • Doğum
  • Lohusalık (Doğum sonrası depresyon) 
Kış depresyonun belirtileri
  • Artan yorgunluk
  • Konsantrasyon problemi
  • Depresif ruh hali
  • İlgi kaybı
  • Tükenme
  • Mutsuzluk
  • İsteksizlik
  • Sosyal izolasyon
  • Kilo alımı
  • Gerginlik
  • Sinirlilik
  • İştah kaybı
  • Uyku bozukluğu
  • Organik sebeplere dayanmayan fiziksel şikayetler
Not: Ruh halinin akşamları daha da kötüleştiği dikkat çeken bir özelliklik.

Kış depresyonu ne zaman başlar ve biter ?

Kış depresyonu genellikle sonbaharın sonlarında başlar ve baharda biter. Bazı durumlarda semptomlar ilkbahara kadar sarkabilir.

Kış depresyonu teşhisi

Kedisinde depresif ruh hali ya da kış depresyonu semptomları olduğundan şüphelenen kişi tıbbi yardım almak için aile hekimiyle görüşmelidir.

Tanı için iki konu önemli
  1. Şikayetin ne zamandan beri olduğu
  2. Şikayetin her yıl aynı zamanda tekrarlayıp tekrarlamadığı 
Kış depresyonuna güvenilir tanı konulabilmesi için, aşağıdaki tipik şikayetlerden en az ikisinin olması gerekir.
  • Kasvetli ruh hali
  • İlgi kaybı
  • Mutsuzluk
  • Enerjisizlik
iki nonspesifik semptom
  • Huzursuzluk
  • Hoşnutsuzluk
Bu şikayetler iki haftadan fazla sürdüyse kişiye depresif ruh hali ya da kış depresyonu tanısı konur.

Kış depresyonu tedavisi

Gerek Depresif ruh hali, gerek kış depresyonu gerekse diğer mevsimsel depresyonlar(SAD), hastalığın ciddiyetine göre tedavi edilmelidirler. Hafif seyreden vakalara karşı genellikle basit önlemler yardımcı olur. Bunun için hastanın mutluluk hormonu serotonin üretimini teşvik edecek basit önlemler alması yeterlidir.
  • Gün içerisinde yürüyüşler yaparak güneş ışığı depolamak
  • Spor yapmak
  • Dengeli beslenmek
Daha şiddetli ve uzun süreli şikayetler için kişinin bir uzman doktora giderek tedavi olaması gerekir. Tedavi için her zaman antidepresan almak gerekmeyebilir.

İki tedavi türü faydalı olur;
  1. İşık tedavisi (fototerapi)
  2. Sarı Kantaron(kılıç otu) gibi doğal ilaçlar ile yapılan tedaviler
Not 1: Sarı Kantaron ya da bölgelere göre değişen ismi ile Mayasıl otu, Binbirdelik otu, Koyunkıran, Kuzukıran'nun potansiyel yan etkilerinden veya diğer ilaçlarla etkileşimin den olumsuz etkilenmemek için doktor ile konuşulmalıdır.
Not 2: İşık terapisi ve Sarı Kantaron aynı anda kullanılırsa dikkatli olunması gerekir. Çünkü Sarı Kantaron hastayı ışığa duyarlı hale getirir, fototoksik reaksiyonlara yol açabilir. !!!

İşık tedavisi (fototerapi)

İşık terapisi vücuda yeterli güneş ışığı veya benzer yapay UV ışığı sağlamayı amaçlamaktadır. Bu, gün içerisinde uzun yürüyüşler veya özel lambaların yardımı ile sağlanabilir. Özel lamba ile yapılan ışık terapisi Doktor muayenehanesi veya evde yapılabilir.

Depresif ruh hali ve Kış depresyonuna karşı ilaçlar

Yürüyüş veya Sarı Kantaron gibi doğal preparatlar hastanın iyileşmesine yardımcı olmuyorsa, doktor gözetiminde geçici olarak antidepresan almak faydalı olabilir. Antidepresan tedavisinin amacı, beyinde görev yapan mutluluk, zindelik ve zevk veren haberci maddeleri(nörotransmitterler) tekrar dengeli hale getirmektir.

Antidepresanlar neleri ayarlar ?
  • Haberci maddelerin (nörotransmitterler) sinaptik yarıkta çalışmasını düzenleyerek beyne bilgi akışının sağlıklı gitmesini sağlar
  • Haberci maddelerin parçalanmasını engeller
  • Haberci maddelerin hedef hücreye bağlanmasını destekler
  • Beyne sinyal iletimi için daha fazla habercinin görev almasını sağlar
Kış depresyonunu nasıl önlenir ?

Temel olarak, her mevsimde depresif bir ruh hali gelişebilir. Ancak, kış depresyonu (mevsimsel depresyon, SAD) genellikle önlenebilir bir durumdur. Bunun için vücudun kendi ürettiği mutluluk hormonu serotonin üretimini teşvik ettirecek basit önlemler alınmalıdır.
Nedir bunlar? 
  • Yürüyüş veya açık havada spor yaparak yeterince güneş ışığı almak. (Bu beyinde serotonin salınımını arttırır.)
  • Ayrıca diyet de serotonin seviyelerini yükselten başka bir faktördür. Her ne kadar besinlerdeki serotonin kan-beyin bariyerini geçip beyne ulaşamasa da, serotonin öncüsü olan Triptofan bu engelin üstesinden gelerek beyne ulaşır. Bu yüzden triptofan içeren balık, muz, hurma, incir ve çikolata yemek kış depresyonuna karşı iyi bir önlem teşkil eder.
  • Karbonhidrat açısından zengin diyetler de kısa bir süre için ruh halini düzene soksa da uzun vadede kilo alımını olumsuz etkileyeceği için dikkat edilmesi gereken bir önlemdir.

Depresyonla ilgili diğer makaleler

Mehmet Saltuerk

++++++++++++++++++++++++
Dipl. Biologe Mehmet Saltürk
The Institute for Genetics
of the University of Cologne
++++++++++++++++++++++++

Kaynaklar
  1. Online-Informationen des Pschyrembel: www.pschyrembel.de (Abrufdatum: 25.9.2017)
  2. Frauen und Psyche. Online-Informationen des Pharmakovigilanz- und Beratungszentrums für Embryonaltoxikologie der Charité-Universitätsmedizin Berlin: www.embryotox.de (Stand: 25.1.2017)
  3. Kasper, S.; Volz, H.-P.: Psychiatrie und Psychotherapie compact. Thieme, Stuttgart 2014
  4. Hautzinger, M.: Kognitive Verhaltenstherapie bei Depressionen. Beltz PVU, München 2013
  5. Online-Informationen des Medizinischen Dienstes des Spitzenverbandes Bund der Krankenkassen e.V. (MDS): www.igel-monitor.de (16.1.2012)
  6. Two longterm studies of seasonal variation in depressive symptoms among community participants
  7. Seasonal affective disorder. A description of the syndrome and preliminary findings with light therapy.
  8. The efficacy of light therapy in the treatment of mood disorders: a review and meta-analysis of the evidence.
  9. Herbal medicine for depression, anxiety and insomnia: A review of psychopharmacology and clinical evidence

Alzheimerın ilk belirtileri gözlerde başlıyor

Demans hastalığı(bunama), Tau ve Beta-Amiloid adında iki proteinin beyinde birikmesi ile ortaya çıkar. Hastalıkla birlikte beyinde hücre öl...