12 Oca 2016

Alkolizm genetik bir hastalıktır

Untitled-12344Alkolizm çağımızın en büyük sağlık sorunlarından biridir. Dünya Sağlık Örgütünün verilerine göre Dünyada 76 milyon alkol bağımlısı insan bulunmakta ve ölen her 25 kişiden birinin ölüm sebebi aşırı alkol tüketiminden kaynaklanmaktadır. Birleşmiş Milletler Dünya Sağlık Örgütü 1952 yılında alkolizmi bir hastalık olarak kabul etti.

Uzun yıllardan beri bilim çevrelerince alkolizmin genetik sebepleri araştırılıyor ve yapılan araştırmalar alkolizmin Genetik sebeplerden kaynakladığını gösteriyor. Ayrıca yapılan bu araştırmalar etnik gruplarda genetik farklılıkların alkolizmin ülkeden ülkeye değiştiğini de gösteriyor. Örnek, Afrika, Doğu Asya ve Güney Asya'da yaşayan insanların alkol metabolizmasını düzenleyen genlerinde farklılıklar olduğunu gösteriyor.)[1]
Alkolün genetik bir rahatsızlık olduğuna geçmeden önce, “alkol nedir, içeriğinde ne vardır, standart içki nedir nasıl hesaplanır, günlük maximum alkol tüketimi ne olmalıdır“ gibi alkolle ilgili bazı temel konulara değinmekte fayda var. Ayrıca yazının sonunda alkolün sebep olduğu hastalıklar ve bu konuda yapılmış birkaç bilimsel çalışma da bulunmaktadır.

Alkol nedir

Basitçe tarif etmek gerekirse Alkol, Karbon(C) atomuna hidroksil grubunun(-OH) bağlı olduğu organik bileşenlerin genel adıdır. Kimyasal yapısı farklı olan değişik alkol türleri bulunmaktadır. Ön bilgi olarak alkollü içeceklerde kullanılan Etanol den bahsetmeden geçmek olmaz.

Etanol

Untitled-2Alkollü içeceklerde saf Etanol kullanılır ve her içki ihtiva ettiği saf Etanol miktarı ile derecelendirilir. “Bir bardak bira içtim, bir duble rakı içtim veya bir kadeh şarap içtim” gibi ifadeler vücuda alınan alkol miktarı bakımından pek fazla bir şey ifade etmez. Vücuda alınan alkol miktarının daha iyi anlaşılması için tüm Dünyada kabul edilen standart bir birim kullanılır. Bu birimin adı “Standart İçkidir“ ve 1 Standart içki 10 gram Etanol ihtiva eder.(Literatürlerde standard drink olarak kullanılır).
Her ne kadar uluslararası ortak birimin adı Standart içki olsa da bu standart içerdiği etanol bakımından ülkeden ülkeye farklılıklar gösterir. Standart içkide kabul edilen etanol miktarı ülkeye göre değişmekle beraber genellikle 8 gram ile 14 gram aralığındadır ama birçok ülkede bu miktar 10 gram olarak kabul edilmiştir.[2]

Erkek ve kadınlar için günlük maksimum sınır

Maksimum sınır da ülkeden ülkeye değişiklik gösteriyor. Bu sınır ülkesine göre erkeklerde 20 - 40 gram kadınlarda ise 10 - 30 gram arasında değişebilmekte.
Sonuç olarak ne standart içkide, ne de maximum tüketimde tüm Dünyanın kullandığı tek bir ortak değer yok.[3]

standart icki hesaplama6Ne kadar içtiğimizi nasıl anlayacağız. Cevabı küçük bir matematik hesabı ile bulmak mümkün.
Örneğin, Alkol oranı % 2,7 olan 375 mililtrelik küçük bir bardak bir bira içmiş olalım, içtiğimiz bu bir bardak Biradaki Standart içki miktarı şöyle hesaplanır. [4]

Standart içki = 375 x 2.7 / 1000 x 0,789* = 0.79 dir. (0,789*Etanolün 1 cm3 içerisindeki yoğunluğu)

Bu şu anlama geliyor: 1 Standart içkinin 10 gram olarak kabul edildiği bir ülkede 1 bardak bira içerek vücudunuza 7,9 gram etanol almış oluyoruz ki, eğer bundan 3 veya 4 bardak daha içersek günlük maksimum sınıra ulaşmış oluruz.

Alkol bağımlısının beyni farklı çalışıyor

Uzun yıllar alkol bağımlılarının beyninin nasıl çalıştığı pek bilinmiyordu. Bu bilinmezlik 2012 yılında Kaliforniya Üniversitesi tarafından yapılan bir araştırmayla büyük bir oranda aydınlatıldı.
Bu araştırma için seçilen 13 alkol bağımlısı ve 12 bağımlı olmayan denek grubuna önce alkol içirildi ve ardından alkolün etkisini beyinde takip edebilmek amacı ile deneklerin kollarından kontras madde injekte edildi ve daha sonra Positronen-Emissions- Tomographie (PET) tekniği ile beyin taraması yapıldı.
Sonuçlar açık bir şekilde alkoliklerin beyninin alkol tüketimi esnasından farklı çalıştığını gösteriyordu.

Nedir bu farklar? :
  • Alkol bağımlısı grupta bulunanların beyninin ödüllendirme sistemde yer alan Nucleus Accumbens ve Orbitofrontal Kortex bölgelerinde yüksek oranda Endorfin hormonu salgılandığı görüldü.
  • Kontrol grubundaki deneklerin beyninde Endorfin hormonu salgısının minimal düzeyde olduğu görüldü.[5]
Bu ne anlama geliyor? : Endorfin, tıpkı morfin ve opiat gibi uyuşturucu etkisi gösteren, salgılandığı anda vücutta gevşeme ve güçlü bir keyif duygusu oluşturan bir hormondur. Başka bir ifade ile Endorfin vücudun kendi ürettiği bir uyuşturucudur.
Bu araştırma alkol tüketimi esnasında Endorfin hormonunun bağımlılarda, bağımlı olmayanlara göre daha fazla salgıladığını ve buna bağlı olarak daha fazla keyif alındığını gösteriyor. Bu keyif duygusu öyle güçlü ki, kişiyi alkole bağımlı hale getiriyor.

Alkol Bağımlılığında Genlerin Rolü

Alkol bağımlısı olan kişilerin beyninde alkol alınınca neden Endorfin hormonu salgılanıyor acaba? Yapılan araştırmalar alkol bağımlılığı ile genler arasında sıkı bir ilişki olduğunu gösteriyor ve şu ana kadar yapılan araştırmalar alkol bağımlılığında birçok genin rol oynadığını gösteriyor. Bu genlerin birbiriyle etkisi henüz tam olarak bilinmese de bilinenlerden bazıları bu konuda bize kesin olmayan öngörüler veriyor.

Nedir bu öngörüler ? : Örneğin Heidelberg Üniversitesinin 2012 yılında yaptığı araştırma, Neprilysin proteini nin miktarı alkolikliğin derecesini belirlediğini gösteriyor. Buna göre Neprilysin miktarı ne kadar azsa alkole bağımlılık o derece fazla oluyor.
O halde düşük Neprilysin ile düşük Endorfin arasında bir bağlantı olabilir mi? !!!
Her ne kadar böyle bir öngörü için aradaki bağlantılar şimdilik kopuk olsada Neprilysin kodlayan Mme Geni’nin, Endorfini kodlayan gen üzerinde bir regülatör görevi yaptığı düşünülebilir. Yani birinin az çalışması diğerinin çok çalışması için komut veriyor olabilir. Ve bu komutun gerçekleşmesi için beyinin vücuda „Alkol iç ve Endorfini yükselt“ gibi bir takım kimyasal uyarılar vermesi mümkün gibi görünüyor. !!! [6]

CREB Geni nin ve Alkol Bağımlılığına Olan Etkisi

7Uzun zamandır korku ile alkol bağımlılığı arasında bir bağlantı olduğu düşünülüyordu. Böyle bir bağlantının olup olmadığını anlamak amacı ile İllinois Üniversitesi tarafından CREB geni ile bir deney yapıldı ve bu deney için farelerde CREB geni bloke edildi.

Neden CREB geni?: CREB geni beynin gelişiminde ve aynı zamanda öğrenmede görev alan CREB proteini kodladığı biliniyor. Ayrıca bu proteinin yokluğunun korku ve depresyonu da tetiklediği biliniyor. Bu bilgiler ışığında CREB geni bloke edilen fareler labirent testine tabii tutuldu ve testin başlamasıyla birlikte farelerde birdenbire korku atakları ile depresyon belirtileri görülmeye başladı ve akabinde farelerin korkuyu bastırmak için ortama konulan Alkol ve Su seçeneklerinden alkolü tercih ederek sakinleşmeye çalıştıkları tespit edildi.
CREB geni insanda 7. kromozomda bulunuyor ve alkoliklerin %30 ile %70 nin aynı zamanda depresyon rahatsızlığı olduğu biliniyor. Depresif- Alkolik tanısı konanlarda bir ihtimal CREB geninin mutasyonlu olduğu söylenebilir. !!!

Bir öngörü: Depresif- Alkolikler herhangi bir gün, herhangi bir şekilde alkolle tanışıyor ve alkolün korkularını bastırıldığını keşfediyor. Bir yandan alkol içerek korkusunu bastırırken, diğer yandan alkolün vücuttaki etkisinin kaybolmasıyla korkunun tekrar ortaya çıktığını fark ediyor ve bu kısır döngü içerinde kişi alkole bağmlı hale geliyor olabilir. Bu tip alkoliklerde yani Depresif- Alkoliklerde belirleyici olan CREB genindeki bir mutasyon olabilir.[7]

Acı ve Alkollü İçecekleri Sevmeye Genetik Yatkınlık

Daha önce yapılan istatistiksel çalışmalar, acı sevenlerin aynı zamanda alkol içmekten de zevk aldığını gösteriyordu. Bu da araştırmacıları “Acaba acı molekülünü yakalayan reseptör ile alkol moleküllerini yakalayan reseptörler aynı mı, acı molekülleri ile alkol molekülleri birbirine benziyor mu? ” düşüncesine yönlendirdi. Bu düşünceden yola çıkan Pensilvanya Üniversitesi'nden John Hayes, laboratuvarda acı seven ve sevmeyen 96 kişiye çeşitli derecelerde alkol tattırdı ve alkolün tadının kendilerinde nasıl bir etki bıraktığını sordu.

Sonuç olarak acı seven gruptaki kişiler alkolün derecesi arttıkça alkolün tadının daha iyi olduğunu belirttiler. (Sonucun böyle çıkacağı daha önceki istatistiksel çalışmalardan zaten biliniyordu.)
John Hayes daha sonra alkolün tadını iyi bulan deneklere genetik test uyguladı. Bunun için acı reseptörlerini kodlayan TAS2R13, TAS2R38 ve TRPV1 genlerinin dizilimini analiz etti.

Sonuç: Acı ve alkol tadını seven deneklerin 3 geninde noktasal mutasyonların olduğu bulundu. Aşağıda genlerin mutasyon sayısı ve mutasyon noktaları bulunuyor:
  • TAS2R13 geninde 1 noktasal mutasyon.(Pozisyon: rs1015443 C/T )
  • TAS2R38 geninde 3 noktasal mutasyon.(Pozisyon: rs713598, rs1726866 C/T, ve rs10246939 C/T)
  • TRPV1 geninde 3 değişik noktasal mutasyon bulundu.(Pozisyon: rs224547, rs4780521, rs161364 C/T)
Bu araştırma, büyük bir ihtimalle acı moleküllerini yakalayan reseptörlerle alkol moleküllerini yakalayan reseptörlerin aynı reseptörler olduğunu düşündürüyor. Bu konuda kesin karara varmak için reseptörlerle ilgili bir araştırma daha yapılması gerekiyor. Yine büyük bir ihtimalle acı sevme derecesi ve alkoliklik derecesi mutasyonların nerede olması ile yakından ilgili.[8]

 Sarhoş olup olmamayı iki farklı gen belirliyor

Alkol ile genler arasından bir başka ilişki kendini, kişinin ne ölçüde sarhoş olduğunda gösteriyor.

ADH (Alkol dehidrogenaz) ve ALDH (Aldehit-Dehidrogenaz) adındaki iki gen yine kendi adında iki enzim kodluyor. Alkol vücuda girdiği andan bu iki enzim kademeli olarak alkolü parçalayarak kişinin çok çabuk sarhoş olmasını engelliyor.
Bu iki gen nasıl çalışır? : Alkol içildikten sonra vücutta iki aşamalı bir reaksiyon başlıyor.
  1. Aşama: ADH enzimi, Alkolü Asetaldehit çevirir.(Asetaldehit toksik bir maddedir. Kelimenin tam anlamıyla zehirdir)
  2. Aşama: ALDH enzimi, Asetaldehiti, Asetik Asit’e çevirir.(Asetik Asit, bildiğimiz sirke asitidir ve zehirsizdir.)
12319498_10153629193412211_2069893613_nGenin mutasyonlu olduğu durumlar: Bazı kişilerde ALDH geni mutasyonludur. Bu mutasyonlu gene sahip kişilerin içki içmesi durumunda ikinci aşamadaki reaksiyon gerçekleşemez ve içilen alkol Asetaldehit olarak vucutta kalır. Kişinin sarhoş olması aslında Asetaldehit ile zehirlenme durumudur ve bu durumdaki kişiler içki içmeye devam ederse vücut bu durma istifra ederek cevap verir ve zehiri istifra yoluyla dışarı atar. Bu kişilerin bir seferde çok fazla alkol alması durumunda klinik vakalar bile söz konusu olabilir.

Mutasyonların yeri: ALDH genindeki mutasyon, genin 671. pozisyonunda bulunan Guanin (G), yerine Adenin (A) gelmesi ile oluşmuştur ki, bu değişiklik ALDH enzimini meydana getiren Amino Asitlerden Lisin yerine Glutamik asit kodlanmasına sebep olur, bu da Asetaldehit’in Sirke Asidine dönüştürülmesini engeller.[9]

SNCA Geni nin ve Alkol bağımlılığına olan etkisi

İndiana Üniversitesi tarafından 2014 yılında yüzlerce genin taranması sonunda dördüncü kromozom üzerinde SNCA genine(Synuclein Alpha) ulaşıldı. Bu gen üzerinde bulunan birçok mutasyonun alkolizmle yakından ilişkili olduğu tespit edildi.

SNCA geninin görevi nedir?

SNCA geni, SNCA adında bir protein kodluyor ve bu protein beynin esnekliğini sağlıyor. Bu protein ayrıca nöronlar arasında nörotransmitter olarak görev yaparak sinirler arasında iletişimi sağlıyor. Bu proteinin beyinde olmaması veya yeterli olmaması durumunda nörobiyolojik aktivite azalıyor ve kişinin motivasyonu düşüyor.

Bağımlılık nasıl oluyor? : Başlangıçta alkol tüketimi ile yükseltilen nörobiyolojik aktivite, alkolün etkisinin geçmesi ile tekrar düşüyor. Aktiviteyi yükseltmek için tekrar alkol alınıyor ve sonunda kişi bu kısır döngü içierisinde alkol bağımlısı oluyor.

Sonuç: Yapılan bu araştırma, alkol bağımlıların beyninde SNCA proteininin çok az olduğunu ve bu eksikliği dengelemek için kişinin sürekli alkol tüketerek nörobiyolojik aktiviteyi yükselttiğini gösteriyor.[12]

Alkol tüketimine bağlı hastalık riskleri

Alkol, vücudun birçok organına zarar vererek birçok hastalığın ortaya çıkmasına sebep olan güçlü bir serbest radikal kaynağıdır. Yüksek alkol tüketimi başta karaciğer, kalp, beyin, yemek borusu, sinir sistemin gibi vücudun önemli organlarında tahribata ve kansere yol açıyor.
Aşağıda, alkolün sebep olduğu hastalıklar konusunda yapılmış bazı araştırmalar ve sonuçları bulunmaktadır.

1- Araştırma, Alkol tüketimine bağlı oluşan çeşitli hastalık riskleri: 2009 yılında The Lancet dergisinde yayınlanan, 9 yıllık bir dönemi kapsayan bir araştırma.
Sonuçlar şöyle:
    9
  • Zehirlenme riski 21.7 kat
  • Karaciğer kanseri riski 2.1 kat.
  • Baş ve boyun kanseri riski 3.5 kat.
  • Tüberküloz riski 4.1 kat.
  • Pnömoni riski 3.3 kat.
  • Karaciğer hastalıkları riski 6.2 kat.
  • Pankreas hastalıkları riski 6.7 kat.
Ağır içicilerde herhangi bir nedene bağlanamayan ölümler 7.7 kat. [10]

2- Araştırma, Alkol tüketimine bağlı oluşan kanser vakaları : 2011 yılında The British Medical Journal dergisinde yayınlanan ve 363.988 erkek ve kadınla yapılan büyük çaplı bir araştırma. Araştırma erkeklerde her 10, kadınlarda her 33 kanser vakasının sebebinin aşırı alkol tüketiminden kaynaklandığını gösteriyor.

Sonuçlar şöyle:
  • Erkeklerde alkol tüketiminin sebep olduğu 57.600 kanser vakasının 33.000 ‘i günde 2 ve daha fazla alkollü içecek tüketenlerde görüldü. Bu grupta görülen kanser çeşitleri şunlardır : Üst sindirim sistemi, bağırsak ve karaciğer kanseri.
  • Kadınlarda alkol tüketiminin sebep olduğu 21.500 kanser vakasının 17.400 ni günde 1 ve daha fazla alkollü içecek tüketenlerde görüldü.
  • Bu grupta görülen kanser çeşitleri bazıları şunlardır: Üst sindirim sistemi, kolon, karaciğer ve göğüs kanseri. [11]
Not: Alkol sorunu olan insanların biraraya geldiği kardeşlik kuruluşu Adsız Alkolikler tanıtım sayfasına burada ulaşabilirsiniz. http://www.adsizalkolikler.com/

Mehmet Saltuerk

++++++++++++++++++++++++
Dipl. Biologe Mehmet Saltürk
The Institute for Genetics
of the University of Cologne
++++++++++++++++++++++++
 
 
Kaynaklar
  1. http://www.ncbi.nlm.nih.gov/pmc/articles/PMC3860431/
  2. http://www.icap.org/PolicyTools/ICAPBlueBook/BlueBookModules/20StandardDrinks/tabid/161/Default.aspx
  3. https://en.wikipedia.org/wiki/Recommended_maximum_intake_of_alcoholic_beverages
  4. http://www.thelancet.com/journals/lancet/article/PIIS0140-6736(09)60746-7/abstract
  5. http://stm.sciencemag.org/content/4/116/116ra6
  6. http://journals.plos.org/plosone/article?id=10.1371/journal.pone.0050187
  7. http://www.jneurosci.org/content/24/21/5022.long
  8. http://www.ncbi.nlm.nih.gov/pmc/articles/PMC4211991/pdf/nihms617812.pdf
  9. http://journals.plos.org/plosmedicine/article?id=10.1371/journal.pmed.1000050#pmed-1000050-b013
  10. http://www.thelancet.com/journals/lancet/article/PIIS0140-6736(09)60746-7/abstract
  11. http://www.bmj.com/content/342/bmj.d1584
Bu blogdaki makaleler bir başka yayın organında kaynak gösterilmeden yayınlanamaz, çoğaltılamaz ve kullanılamaz.
 

İlaçlar ile gıda maddelerinin karşılıklı etkileşimi

Genellikle ilaçların ilaçlarla karşılıklı etkileşimi bilinirken, gıda maddeleri ve içeceklerin ilaçlara olan etkisi pek bilinmez. Halbuki gıda ve içeceklerin içerisinde bulunan kimyasallar, mineraller, enzimler ve proteinler ilaçların etkisini oldukça değiştirebiliyorlar...
Aşağıda okuyacağınız makale çeşitli bilimsel dergilerden derlenerek hazırlanmış olup sadece bilgilendirmek amacı ile yazılmıştır. Uygulama için mutlaka doktorunuza danışmanız gerekmektedir.

Antidepresanlar - Şarap ve peynir


log1234Antidepresanlar genellikle MAO(monoamin oksidaz) inhibitörleri adında bir enzim içermektedir. Bu enzimin görevi beyinde bazı kimyasal habercileri(nörotransmitter) parçalayarak serotonin, norepinefrin ve dopamin gibi mutluluk hormonlarının seviyesini artırır.

MAO enziminin Tiramine olumsuz etkisi: Tiramin, peynir, lahana, fasulye gibi gıda maddelerinde bulunur. Bu gıdalar uzun süreli tüketildiğinde Tiramin vücutta depolanır. Fazla Tiramin ise MAO enziminin etkisinin bloke edilmesine sebep olur.

Peynir, şarap ve Antidepresanların birlikte oluşturduğu tehlike: Peynir, şarap ve MAO içeren antidepresanların birlikte kullanımı, yüksek tansiyon ve beyin kanaması gibi ciddi sağlık sorunlarına da neden olabilir. Ayrıca yukarıdaki listeye muz, ananas, hindistan cevizi, incir, kuru üzüm, yoğurt, soya sosu ve lahana turşusu gibi gıda maddeleri de dahildir.[1]

Kolesterol düşürücüler - Simvastatin ve greyfurt Suyu

1Kolesterol düşürücü ilaçların içerisinde bulunan simvastatin veya atorvastatin gibi maddeler greyfurt suyu, portakal suyu, limon suyu gibi narenciye suları ile birlikte alındığı takdirde bunların içerisinde bulunan Naringenin yağ düşürücülerin etkisini daha da güçlendirerek tehlike oluşturabilir.

Naringenin sadece yağ düşürücülerin etkisini arttırmakla kalmıyor aynı zamanda kalp ilaçlarında bulunan Nifedipin etkisini de arttırarak tehlike oluşturabiliyor.[2]

Kan pıhtılaşması - Fenprokumon ve vitamin K


Ispanak, Brokoli, Brüksel lahanası gibi yeşil sebzeler çok sağlıklı yiyeceklerdir ve bol miktarda Vitamin K içerirler. Vitamin K fenprokumon veya varfarinin gibi kanın pıhtılaşmasını önleyen ilaçların etkisini azaltır. Bu sebeple yeşil sebze ve meyveler bir seferde bol miktarda yemek yerine, küçük miktarlarda sürekli yemek daha faydalı.[3]
Ayrıca kan inceltici kullananların Multivitamin tabletlerini de dikkatli kullanmaları gerekiyor, zira bu tabletler de kan incelticilerinin etkisini zayıflatıyor.

Ağrı kesiciler - Parasetamol ve alkol

3Parasetamol, baş ağrısı ve vücut ağrılarını dindirmeye yardımcı olan aynı zamanda ateş düşürücü özelliği de olan etkili bir ağrı kesicidir. Bu ilaç aşırı dozda alınması karaciğer zarar verir. Eğer ilaç bira veya şarap gibi alkol içeren içeceklerle birlikte alınması durumunda karaciğere ağır hasarlar vermesi kaçınılmaz olur.[4]

Kansızlık - Demir tabletleri ve Tanenler

Kansızlık nedeni ile Demir tabletleri alanlar tableti almadan önce 2, aldıktan sonra 2 saat şarap, kahve, yeşil ve siyah çay gibi Tanen içeren içecekler içmemelidir. Tanen, demir iyonlarına bağlanarak demirin mide ve bağırsaklardan emilimini güçleştirir [5].

Astım - Teofilin ve karabiber

Teofilin, solunum yollarındaki iltihaplanmaları kurutarak, bronşların açılmasına olanak sağlayan bir astım ilaçıtır. Astım tedavisi amacı ile Teofilin içeren ilaç kullananların aynı zamanda karabiber kullanmamaları gerekir. Zira karabiberin içeriğinde bulunan Piperine adlı madde vücutta olması gerekenden daha fazla Teofilin birikmesine sebep olur ki, bu da yukarıda anlatıldığı gibi Tanen benzeri bir etki göstererek Teofilin emilimini zorlaştırır.[6]

Teofilin ile yüksek yağlı ve yüksek karbonhidratlı gıdalar: Teofilin in etkisini sadece karabiber değiştirmiyor. Teofilin üzerinde farklı gıdalar farklı etkilere sahip. Örneğin yüksek yağlı gıdalar vücutta teofilin miktarını artırırken, yüksek karbonhidratlı gıdalar azaltır.
5

Teofilin ve alkol: Teofilin içerikli ilaç kullananlar aynı zamanda alkol kullanmaktan kaçınmalıdırlar. Çünkü Alkol ve Teofilin birlikte alındığında bulantı, kusma, baş ağrısı ve sinirlilik gibi yan etkiler oluşmaktadır.[7]

Teofilin ve kafein: Teofilin içerikli ilaçlar kullanılırken yüksek miktarlarda kafein içeren yiyecek ve içeceklerden kaçınılmalıdır. (Örneğin, çikolata, kola, kahve ve çay gibi). Teofilin bir Ksantin türevidir, yani içeriğinde ksantin bulunur. Yüksek miktarda Kafein tüketimi Ksantin etkisini artırır ki, bu da tedavide istenmiyen bir durumdur.[8]

Tansiyon - Propranolol ve yüksek yağlı yiyecekler

Propranolol, Beta Blocker gibi tansiyon düşürücü ilaçlarda bulunan bir etken maddedir. Bu ilaç da her ilaç gibi önce kan yolu ile karaciğere gelerek zararlı atık maddelerden arındılır.
Karaciğerin görevi sadece ilaçların zararlı etkisinin yok etmek değil, aynı zamanda gıda maddeleri de karaciğerde birtakım işlemlerden geçer...

Karaciğeri en fazla yoran gıdaların başında yüksek yağlı yiyecekler gelmektedir. Karaciğer yüksek yağlı bir yiyecekle meşgulken, alınan tansiyon ilacı ile yeterince ilgilenemez bu yüzden etkisi yüksek olabilir. Bunun dışında Propranolol yağda çözünme özelliğine sahip bir maddedir(lipofil). Midede yağ oranının artması da ilacın çözünürlüğünü hızlandırarak tansiyonun hızla gereğinden fazla düşmesine yol açabilir.

Bunların dışında başka bir faktör de yağlı yiyeceklerin Safra Asiti üretimini uyarıyor olması. Bu da midedeki Ph değerinin değişmesine yol açarak ilaçların zamanından çok önce çözünmesine yol açar.
Antibiyotikler ve süt
Süt, peynir, yoğurt ve bazı maden sularında kemikler için önemli bir minaral olan kalsiyum bulunur. Tetrasiklin grubundaki antibiyotikler(idrar yolu enfeksiyonlarına karşı kullanılırlar) süt ve süt ürünleri ile birlikte alındığı takdirde büyük oranda etkisini kaybeder.
Sebep: Tetrasiklinler, süt ürünlerinde bulunan kalsiyum ile birleşerek küçük kümecikler oluştururlar, bu da antibiyotiğin bağırsak duvarından kana geçmesini engel olur.
Not: İçeriğinde Ciprofloxacin, Norfloxacin, Doxycyclin, Penicillin veya Erythromycin olan antibiyotiklerde bu tehlike bulunmamaktadır.[9]

Kemik erimesi - Osteoporoz ilaçları ve yüksek Kalsiyum içeren içecekler

Kemik erimesini önlemek amacı ile kullanılan Bifosfonatlar kemiklerde kalsiyum kompleksler oluşturarak kemik erimesine karşı koruyucu önlem alırlar. Bu ilaçların içeriğinde Alendronat veya Risedronat bulunur, bu yüzden bu ilaçlar sadece içme suyu ile yutulduğu takdirde etkili olmaktadır. Maden suyu veya yüksek kalsiyum içeren diğer gazlı içeceklerle alındığı taktirde etkisini kaybeder [10]

Mide yanması - Antiasit ve Sitratlar

Mide yanması vakaları için üretilen ilaçların çoğunda alüminyum tuzlarını içeren Antiasit kullanılır. Bu ilaçların meyve suları, limonata, ve efervesan tabletler ve şarap gibi sitratlarla birlikte alınması vücutta gereğinden fazla alüminyum emilimine sebep olur.
Alüminyumun vücutta artması başta böbrek fonksiyonları olmak üzere vücutta birçok fonksiyonun bozulmasına sebep olur. Örneğin nörolojik bozukluklar, osteodistrofi ve anemi ve alzheimere yol açmaktadır.[11]

cal1Guatr - Polyvalent Katyonlar. (Süt ve Maden Suyu)

Levothyroxin, guatr ilaçlarının içeriğinde bulunan bir etken maddedir. Bu madde başta süt ve süt ürünleri olmak üzere, birçok gıda maddesinde bolca bulunan (++)değerli Kalsiyum, Magnezyum, Demir gibi Polyvalent Katyonlar ile birlikte alındığı taktirde etkisi azalır. Levothyroxin ile Polyvalent katyonlar arasındaki mekanizmanın nasıl çalıştığı henüz tam olarak çözülmüş değil ama kalsiyum karbonatın midenin pH değerini düşürerek Levothyroxin etkisini kaybettirdiği biliniyor.[12] Tiroid hormonları kesinlikle sade içme suları ile alınmalıdır. Maden suyu ile içildiği takdirde Kalsiyumdan dolayı hormon etkisini kaybediyor.[13]

Mehmet Saltuerk

++++++++++++++++++++++++
Dipl. Biologe Mehmet Saltürk
The Institute for Genetics
of the University of Cologne
++++++++++++++++++++++++

Kaynaklar
  1. http://link.springer.com/article/10.1007/BF00652232
  2. http://www.ualberta.ca/~csps/JPPS4(3)/S.Wanwimolruk/grapefruit.pdf
  3. http://www.courses.ahc.umn.edu/pharmacy/5822/Lectures/chest_pharmacology_warfarin.pdf
  4. http://onlinelibrary.wiley.com/doi/10.1046/j.1365-2125.2000.00167.x/epdf
  5. http://gut.bmj.com/content/16/3/193.long
  6. http://www.ncbi.nlm.nih.gov/pubmed/15916450
  7. http://www.omjournal.org/images/75_m_deatials_pdf_.pdf
  8. http://www.ncbi.nlm.nih.gov/pubmed/9606845
  9. http://www.omjournal.org/fultext_PDF.aspx?DetailsID=75&type=Abstract
  10. http://www.osteoporosis.ca/osteoporosis-and-you/drug-treatments/bisphosphonates/
  11. http://www.ncbi.nlm.nih.gov/pubmed/8200332
  12. http://onlinelibrary.wiley.com/doi/10.1111/j.1600-0773.1999.tb00883.x/abstract
  13. http://jama.jamanetwork.com/article.aspx?articleid=192748
Bu blogdaki makaleler bir başka yayın organında kaynak gösterilmeden yayınlanamaz, çoğaltılamaz ve kullanılamaz.

Antidepresanların otizme etkisi

Antidepresanlar hamileler icin pek masum bir ilaç değil

Şimdiye kadar kabul edilen yaygın görüş Antidepresanların doğmamış çocuk için bir tehlike oluşturmadığı yönündeydi. Bu yaygın görüş Montreal Üniversitesinin yapmış olduğu bir araştırmayla Aralık 2015'ten itibaren tartışılmaya başlandı. Sonuçlar kesin olmamakla beraber hamilelikte alınan Antidepresanların içerisinde bulunan etken maddenin kan yolu ile plasentaya ulaşarak doğacak olan çocuğun otistik olma riskini %87 oranında artırdığını gösteriyor !!!
***
Otizm doğum öncesi embriyonal dönemde başlayan ve ömür boyu devam eden ve gün gectikce giderek artan bir sağık sorunudur. Günümüzde her doğan yüz erkek çocuğun üçünde, kız çocuğun ise birinde otizm görülmektedir.
Otizm, karmaşık bir rahatsızlık olup, ortaya çıkmasında rol oynayan etkenlerin tamamı henüz bilinmiyor. Bilinenlerden bazıları ise genetik yatkınlık ve çevresel etkenlerdir…
1
Nedir Bunlar ?
  • Genetik Faktörler: Son yapılan çalışmalar, otizmin ortaya çıkmasında az sayıda genin etkili olduğu ama buna karşılık çok sayıda mutasyonun rol oynadığını gösteriyor. Bu mutasyonlar, anne ve babada daha önce bulunmayan, yumurta döllendikten sonra ortaya çıkan mutasyonlardır.[1]
  • Çevresel Faktörler: Tarım ve böcek ilaçlarında kullanılan zehirli Pestisitler[2] ve pet şişe üretiminde kullanılan Bisphenol A.[3]
Anidepresenlar otizm riskini yüzde 87 yükseltiyor
Montreal Universitesinin 1998 ile 2009 yılları arasında 145.456 anne ve onlardan doğan çocukların dosyalarını inceleyerek yaptığı bir araştırma, hamileliğin 4. ayından doğuma kadar geçen sürede alınan Antidepresanların % 87 oranında otizm riskini artırdığını gösteriyor.
Pediatri JAMA dergisinde yayımlanan araştırma, hamileliğin ilk üç ayında alınan depresyon ilaçlarının otizm riskini etkilemediğini gösteriyor.2
Sebep
Depresyon ilaçlarının çalışma mekanizması ilacın etken maddesine göre değişiklik göstermektedir. Bu araştırmada söz konusu olan Antidepresanlar SSRI grubuna girmektedir. (Selective Serotonine Reuptake Inhibitor)
SSRI grubu Antidepresanlar nasıl çalışıyor: Bilindiği gibi depresyon vakalarında vücuttaki serotonin çok çabuk parçalanarak vucudun serotoninsiz kalmasına sebep olur, oysaki serotonin vucuda enerji mutluluk veren bir hormondur. SSRI grubundaki Antidepresanlar vucuttaki serotonin parçalanma sürecini durdurarak depresyonu bastırır.
Serotonin’in vucutta daha başka görevleri de var, örneğin hücre bölünmesi, hücre farklılaşması, hücre göçü gibi çok önemli görevlerlerde yer alır.
Gelelim Antidepresanların hamilelikte otizme etkisine…. Aslında konu şimdilik tam olarak bilinmemekle birlikte konunun vücutta serotonin ekonomisiyle ilgili olduğu tahmin ediliyor.neur
Söyle ki, Antidepresanlar vasıtasıyla serotonin’in parçalanmasının engellenmesi ve bu engellenme süresinin optimal ayarlanamaması, embriyonun beynini olumsuz etkileyerek otizme sebep olduğu düşünülüyor.
Antidepresanların etkisi ilk sırada değil
Yapılan araştırmalar, hamile kadınların yüzde altısı ile onu arası Antidepresan kullandığını gösteriyor. Antidepresan kullanımı büyük bir sağlık sorunu olmakla beraber bu annelerden doğan çocukların tamamı otistik olmuyor. Bu da gösteriyorki Antidepresan kullanımı ile otizm arasında başka faktörler de rol oynuyor. Bu etkenler, mesela ilacın dozu ve etken maddesinin çeşidi olabilir.
 Paniğe gerek yok
Konu hakkında açıklama yapan “Seattle Children's Hospital” den Bryan King, hamile kadınların paniğe kapılarak Antidepresan kullanmayı bırakmamalarını öneriyor ve şöyle diyor: “Şu anda kesin bir şey söylemek için çok erken. Çünkü ilaçın dozu, içeriği, ve içeriğin diğer faktörlerle karşılıklı etkileşimi oldukça karmaşık bir konu. Bunların tamamını anlayarak kesin bir şey söylemek için biz dizi araştırmanın daha yapılması gerekiyor.”
Mehmet Saltürk
++++++++++++++++++++++++++
Dipl. Biologe Mehmet Saltürk
Institute for Genetics
University of Cologne
++++++++++++++++++++++++++

Kaynak

Assessing Risk of Autism Spectrum Disorder in Children After Antidepressant Use During Pregnancy

JAMA Pediatr. Published online December 14, 2015. doi:10.1001/jamapediatrics.2015.3493
jama ped

Sigara içen kadınlarda romatizma daha fazla görülüyor

Sigaranın, kalp damar hastalıkları ve kanser gibi ciddi hastalıklara sebep olduğu herkes tarafından bilinen bir durum....sigara_dumani_
İsveç Karolinska enstitüsünün yapmış olduğu yeni bir araştırma ise sigaranın şimdiye kadar keşfedilmemiş bir zararını daha ortaya çıkardı. Bu araştırma, romatizma vakalarının sigara içen kadınlarda içmeyenlere göre yaklaşık üç kat daha fazla olduğunu gösteriyor. Ayrıca araştırma, bu riskin sigara bırakıldıktan sonra yaklaşık dört yıl daha devam ettiğini gösteriyor.
Sebep:sigara romatizma
Sigara dumanında bulunan bazı toksik maddelerin dokular içerisinde Citrullinierten Peptide proteinleri'nin artışına neden oluyor. Bu artış ise bağışıklık sisteminde bulunan antikorların dengesinin bozulmasına ve buna bağlı olarak da antikorların vücudun kendi dokularına saldırarak eklemlerin iltihaplanmasına, başka bir ifade ile romatizmaya sebep oluyor.
Kaynak :

Cigarette smoking and smoking cessation in relation to risk of rheumatoid arthritis in women

Arthritis Research & Therapy 2013, 15:R56  doi:10.1186/ar4218 Published: 22 April 2013
logo
Mehmet Saltürk
++++++++++++++++++++++++++
Dipl. Biologe Mehmet Saltuerk
Institute for Genetics
University of Cologne
++++++++++++++++++++++++++

Doğum Ayı ile Hastalıklar Arasındaki İlişki

Doğum ayı sağlık riskini söylüyor
“Bana ne zaman doğduğunu söyle, sana ne kadar sağlıklı olduğunu söyleyeyim” Kulağa biraz astrolojik burç falı gibi gelen bu söz, gelecekte gerçek olacak gibi görünüyor. Zira Doğum-Ayı ile sağlık arasında yakın ilişki olduğunu gösteren yüzlerce hatta binlerce bilimsel çalışma bulunuyor. Aşağıda bu konuda yapılmış birkaç önemli istatistiksel araştırma ile bu araştırmalardan elde edilen sonuçları okuyacaksınız.
Bilim çevreleri Doğum Ayının Hastalıklara Etkisi konusunde farklı görüşlere sahip.
  • Bazı çevreler Doğum Ayının hastalıklara etkisinin çok az olcağı, asıl belirleyici olanın genetik yapı ile yaşam stili olduğu görüşünde.
  • Karşı görüşte olanlar ise hamileliğin geçtiği 9 aylık süre içerisinde güneş ışığı, alınan gıdalar ve mevsimsel hastalıkların embriyonun gelişimini etkileyen epigenetik faktörler olduğu görüşünde.
Bu iki farklı görüşün güçlü argümanları olsa da konunun klinik ve laboratuvar çalışmalar ile desteklenmeye ihtiyacı var. Çünkü laboratuvar ve klinik çalışmalar ile desteklenmeyen bir araştırma eksik bir araştırmadır.
Her ne kadar bu araştırmalarda klinik ve laboratuvar deneyler eksik olsada, milyonlarca insanın katıldığı istatistiksel bir çalışmanın sonuçlarının önemli ipuçları verdiğini de gözardı etmemek gerek.

Yapılan araştırmalar ve ortaya çıkan sonuçlar

Araştırma 1
Yazın doğan kızlar ergenliğe daha geç giriyorlar.Unbenannt-3
Cambridge üniversitesi tarafından yapılan ve Heliyon dergisinin 12 ekim 2015 tarihli sayısında yayınlanan bu araştırma, yaz aylarında doğan çocukların, daha büyük ve daha sağlıklı olduklarını gösteriyor. Ayrıca araştırmadan çıkan başka bir sonuç da Haziran, Temmuz ve Auğustos aylarında doğan kızların kış aylarında doğan kızlara göre ergenlik çağına daha geç girdiklerini gösteriyor.
Sebep bilinmiyor
Mevsimlerin bu etkisinin nasıl olduğu şimdilik tam olarak bilinmiyor. Ama tahminler, yaz çocuklarının özellikle hamileliğin ikinci yarısında daha fazla güneş ışığına maruz kalmasından dolayı artan D vitamini miktarının böyle bir etkiye sebep olabileceği yönünde.
Not: Bu araştırma ingilterede sağlık verilerinin toplandığı Biobank adlı veri bankasındaki verilerin incelenmesi ile yapılmıştır. Araştırma, 450.000 erkek ve kız çocuğun doğum tarihi ve sağlık kayıtları incelenerek yapılmıştır. Araştırmada daha çok bebeklerin doğum ağırlığı, boyu ve kızların ergenliğe giriş yaşı ele alınmıştır. (1)
Araştırma 2
Çeşitli Aylarda Çeşitli Hastalıklara YatkınlıkHastalik riski
İkinci araştırma, New Yorkta 1985 ile 2013 yılları arasında 1,7 milyon hasta ve bunların müzdarip olduğu 1688 değişik hastalığın istatistiksel incelenmesi ile yapılmıştır. Araştırmadan ortaya çıkan sonuçlar doğum ayı ile 55 hastalık arasında bazı bağlantıların olduğunu gösteriyor.(2)
Başlıklar halinde ortaya çıkan sonuçlardan bazıları
  • Aralık ayı doğumlular daha çok Hematom'a(ciltte morluklar) yatkın.disease_association_calplot_annot_final
  • Ocak ayı doğumlular daha çok hipertansiyona yatkın.
  • Mart ve Nisan ayında doğanlar sıklıkla kalp damar rahatsızlığına, genellikle de ateroskleroz daha yatkın.
  • Mayıs ayıda doğanlar en sağlıklı olan grup.
  • Yazın doğanlar alerjiye daha yatkın.
  • Eylül ayı doğumlular daha çok kusma problemi ile karşı karşıya kalıyorlar.
  • Ekim ve Kasımda doğanlar bronşit, viral enfeksiyonlar ve dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğuna yatkın(ADHD).
Araştırma 3
Doğum Ayı ve İntihar Riski
British Journal Psikiyatri dergisinde yayınlanan bir araştırma Mart, Nisan, Mayıs ve Haziran aylarında doğanların, kış ve sonbaharda doğan yaşıtlarına göre %17 daha fazla intihar ettiklerini gösteriyor(3). Dergide yapılan açıklamada, bu oranın alkol bağımlılığından hayatını kaybedenlerle aynı olduğu belirtiliyor.sui
Liverpool üniversitesinin 1979 - 2001 yılları arasında İngiltere ve Galler'de yapmış olduğu başka bir araştırma, intihar ve kendini yaralama vakalarının ilkbahar doğumlularda diğer mevsimlerde doğanlara göre daha fazla olduğunu gösteriyor. 52.000 vakanın incelendiği araştırma bu oranın kadınlarda %30, erkeklerde %14 olduğunu gösteriyor(4).
Açıklama : İntihar oldukça kompleks bir olay. Kişiyi intihara götüren sebepler arasında birçok faktör rol oynamaktadır, bu nedenle intihar sebebini sadece Doğum Ayına bağlamak elbette doğru olmaz. Fakat makalenin yazarı Salib‘in bu konuda öne sürdüğü hipotez de oldukça tutarlı görünüyor.
Hipotezde, ilkbahar çocuklarının anne karnında beyin gelişiminin en kritik zamanını kış aylarında geçirmesinin büyük bir dezavantaj olabileceğinden bahsediliyor ve Salib bu dezavantaj için şöyle diyor: „ Eğer anne bu aylarda herhangi bir enfeksiyonal hastalık geçirirse, vücutta oluşacak sıcaklık farkı fetusun beyin yapılanmasını olumsuz etkileyerek, doğacak olan çocuğun yetişkinlikte intihara yatkın olmasına sebep olabilir.“
Araştırma 4
Doğum Ayı ve Multiple Skleroz
Michigan Üniversitesi'nden Cristen Willer’in Kanada, İngiltere, Danimarka ve İsveçte  71400 MS hastasının verilerini inceleyerek yaptığı bir araştırma, Mayıs doğumlularda en fazla, Kasım doğumlularda ise en az MS hastalığı görüldüğünü gösteriyor.Ms
Araştırma açık bir şekilde Mayıs ayında doğanların % 13 daha fazla MS olduğunu gösteriyor(Kasım ayında doğanlara göre). Araştırmada bu farkın nereden geldiği, eğer çevresel faktörler rol oynuyorsa bunun doğum öncesi mi yoksa sonrası mı etkili olduğunun henüz bilinmediği bildiriliyor.(5)
Sonuç
Bu araştırmalar Doğum-Ayı ile sağlığızmız arasında bir ilişki olduğunu gösteriyor fakat bu ilişkinin ne derece etkili olduğu konusu şu an için spekülasyona açık bir konu…
Son söz
Hangi ayda doğmuş olursak olalım, sağlıklı bir yaşam için yılın tüm aylarında sağlıklı beslenme, spor yapma ve stresten uzak durmayı kendimize ilke edinelim.
Mehmet Saltürk
++++++++++++++++++++++++++
Dipl. Biologe Mehmet Saltuerk
Institute for Genetics
University of Cologne
++++++++++++++++++++++++++
 
Kaynak
 
  1. http://www.heliyon.com/article/e00031/
  2. http://jamia.oxfordjournals.org/content/22/5/1042.long
  3. http://bjp.rcpsych.org/content/188/5/416.long
  4. http://www.tandfonline.com/doi/full/10.3109/13651500903261323
  5. http://www.bmj.com/content/330/7483/120.long

Acıyı fazla hisseden daha şefkatli

İnsanın kendini karşıdaki kişinin yerine koyarak onun acısını hissedebilmesi, yani empati kurabilmesi temelde o kişinin kendi acısını ne kadar yoğun hissetmesiyle çok yakından ilgili.

Ağrı ve acımızı ne kadar yoğun hissediyoruz? Ağrı ve acıya ne kadar katlanabiliyoruz? Yoksa bir yerimiz ağrıdığında acımızı hafifletmek için hemen ağrı kesici bir tablet mi alıyoruz? Bu sorulara verilecek cevap aynı zamanda karşıdaki insanın acılarına ne derece duyarlı olduğumuzu, yani empati kurabilme yateneğimizi de ortaya koyuyor.
Fiziksel acının şiddetinin kişiden kişiye değiştiğini, hatta kadınların fiziksel acıya erkeklerden daha fazla duyarlı olduğunu hepimiz biliriz. Peki ama bu fark nereden kaynaklanıyor?
Şu ana kadar elde edilen bilimsel veriler bu farkın beyinde acının algılandığı bölgelerde bulunan sinir bağlantılarının kişiden kişiye farkı olmasından kaynaklandığını gösteriyor.
Acı hissi az ise empati de az
Ohne Titel
Viyana Üniversitesi'nden Claus Lamm ve arkadaşlarının yapmış olduğu bir araştırma, acı ile empati arasındaki ilişkinin nasıl kurulduğunu ve bunun nörolojik (sinirsel) boyutunu ortaya çıkardı. Buna göre, fiziksel acı beynin işleyişini değiştirerek kişinin diğer insanlarla empati kurabilmesini sağlıyor.
Peki ama, nasıl oluyor da acıyı daha çok hisseden kişinin empati kurma becerisi de o oranda fazla oluyor? Araştırmanın bu soruya yönelik bulgularına göre, beynin empati bölgesiyle, yaşamsal tecrübelerle öğrenilen bilgilerin toplandığı merkez birbirine çok yakınlar. Dolayısıyla bu kısımlardaki sinirler de birbiriyle sıkı ilişki içindeler. Böylece acıyı daha şiddetli hisseden ve o derece fazla empati kurabilen kişilerde bu kısımlar (kısmen de olsa) aynı anda bilgi alışverişinde bulunacak şekilde devreye girerek ortaklaşa çalışıyorlar.
Bunun yanı sıra beynin bu iki bölgesine ait sinir hücrelerinin bağlantı yoğunluğu kişiden kişiye değişiklik gösteriyor. Araştırmacılar bağlantı yoğunluğunu belirleyen faktörün edindiğimiz hayat tecrübeleri olabileceğini tahmin ediyorlar. Buna göre kimimiz daha fazla empati kurabiliyorken, kimimiz bu beceriye daha az sahibiz.
Başkasının acısını ne kadar hissedebiliyoruz?
Bu soruya cevap bulabilmek için Claus Lamm ve ekibi 102 kişiden oluşan bir denek grubunda çok aşamalı deneyler uyguladı.
Deneyde kullanılan metot ve aşamaları
1.  Aşama: Deneklerin cildine acı duyacakları miktarda elektrik akımı verildi ve aynı zamanda bilgisayar ekranından acı çağrışımı yaptırabilecek çeşitli semboller geçirildi. Ardından deneklere ne kadar pnasacı hissettikleri ve sembollerin kendilerinde nasıl bir duygu uyandırdığı soruldu.
Sonuç olarak cildinde çok acı hisseden deneklerin acı çağrışımı yaptıran sembollere daha duyarlı olduğu tespit edildi.
2.  Aşama: Birinci aşamada cildinde yoğun acı hisseden denekler iki gruba ayrıldı ve ikinci aşamaya geçmeden önce birinci grup deneklere ağrı kesici tablet, ikinci grup deneklere plasebo (hiçbir ilaç içeriği olmayan ''yalancı'' tablet) verildi.
Ardından her iki gruptaki deneklerin ciltlerine tekrar elektrik verildi, aynı zamanda bilgisayar ekranından farklı yoğunlukta acı çeken insan yüz ifadeleri gösterilerek deneklerden bu insanların ne kadar acı duydukları yönünde tahminde bulunmaları istendi.
Ağrı kesiciler empati kurmayı engelliyor
Ağrı kesici verilen birinci gruptaki denekler, ağrı kesicinin etkisiyle, hem kendi acılarını daha az hissettiler, hem de diğer insanların acısını daha hafife aldılar. Başka bir ifadeyle ağrı kesiciler sadece acıyı azaltmakla kalmıyor aynı zamanda empatiyi de azaltıyor.
3. Aşama: Her iki gruptaki deneklerin beyni Fonksiyonel Manyetik Rezonans Görüntüleme(fMRI) yöntemiyle görüntülendi. fMRI iki grubun beyninin ilgili bölümlerinde farklı aktivite olduğunu gösterdi. Sonuç olarak beynin serebral korteks bölgesinde yer alan acı ve empatiden sorumlu bölgesinin ağrı kesici tablet alan grupta daha az aktif olduğu görülürken, bu bölgenin plasebo alan grupta daha aktif olduğu tespit edildi.
Mekanizma nasıl çalışıyor
Bu araştırma fiziksel acıya duyarlılık ile empati arasında sıkı bir bağ olduğunu göstermesi açısından önem arz ediyor. Acı ve empatinin beyinde gerçekleşen nöronal bir aktivite olduğunun anlaşılmasından sonra, gözler mekanizmanın nasıl çalıştığı konusuna çevrildi ve dikkatler, vücudun ürettiği ama aynı zamanda ağrı kesicilerin içerdiğinde de bulunan opioid* denilen morfin benzeri ağrı giderici kimyasal bir maddeye çevrildi.
4. Aşama: Opioid’in empati kurmadaki etkisini anlayabilmek için ağrı kesici verilen deneklerle bir deney daha yapıldı. Bu sefer deneklerin bir kısmına hem ağrı kesici, hem de Naltrexon (opioid bloke edici ilaç) verilerek ağrı kesicinin etkisi ortadan kaldırıldı. Deneklerin diğer yarısına ise sadece ağrı kesici verildi.
Naltrexon verilen deneklerin elektrik akımının vermiş olduğu acıyı tekrar hisseder hale geldiği ve daha kolay empati kurduğu tepit edildi.
Özet
  • Beyinde acı ve empatiyi algılayan bölgeler birbirine çok yakın ve bu bölgeler gerek genetik nedenlerle, gerekse kişinin hayat tecrübesiyle alakalı olarak, kişiden kişiye değişen farklı yoğunluklarda sinir hücreleriyle birbirine bağlıdırlarlar.
  • Beynimizin acı ve empati bölgeleri arasındaki nöronal bağların miktarı acıyı daha fazla hissetmemizi, bu da daha fazla empati kurmamızı, başka bir ifadeyle başkasının acısını anlamamızı, yani kendimizi acı çekenin yerine koyarak düşünebilme becerisi kazanmamızı sağlıyor.
  • Vücudun kendi ürettiği ve uyuşturucu özelliğine sahip opioid, sadece acıları azaltmakla kalmıyor aynı zamanda kişinin empati kurmasını da zorlaştırıyor.
  • Kişinin geçmişte yaşadığı bir olay muhtemelen beyindeki acı ve empati bölgelerinde yeni nöronal bağlantıların oluşmasına sebep oluyor. Zira bu yüzden özellikle belli bir olaya empatiyle yaklaşıyorken diğer bir olaya tamamen vurdumduymaz davranarak tepkisiz kalıyoruz.
 Opioid*: Opioid vücutta morfin gibi etki gösteren kimyasal maddelerdir. Ana kullanım amaçları analjezi'dir. Bu ajanlar merkezi sinir sistemindeki ve gastrointestinal sistemdeki opioid reseptörlerine bağlanarak etki gösterirler. Bu bağlanma sonucu hem istenen hem de istenmeyen etkiler oluşur. Beş çeşit narkotik sınıfı vardır: (wikipedia)
***
Teşekkür: Bu makaleyi hazırlarken moderasyon aşamada bana yardımcı olan Düsseldorf Heinrich-Heine Universitesi Patoloji bölümünden arkadaşım Biyolog Dr Ercan Çalışkan’a çok teşekkürler.
Mehmet Saltürk
++++++++++++++++++++++++++
Dipl. Biologe Mehmet Saltuerk
Institute for Genetics
University of Cologne
++++++++++++++++++++++++++
 
Kaynak
 

Placebo analgesia and its opioidergic regulation suggest that empathy for pain is grounded in self pain

Edited by Naomi I. Eisenberger, University of California, Los Angeles, CA, and accepted by the Editorial Board August 25, 2015 (received for review June 16, 2015
pnas12

Alzheimerın ilk belirtileri gözlerde başlıyor

Demans hastalığı(bunama), Tau ve Beta-Amiloid adında iki proteinin beyinde birikmesi ile ortaya çıkar. Hastalıkla birlikte beyinde hücre öl...